Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Türk bayrağı merasimle Şeref Direği’ne çekilirken (Tan)

Türk bayrağı merasimle Şeref Direği’ne çekilirken (Tan)

Tan

Yayın Tarihi: 15.08.1936

Sayfa: 5

Berlin Olimpiyatları

Türk bayrağı merasimle Şeref Direği’ne çekilirken

Maşallah, ne kadar da çokmuşuz. İstanbul’da iken “Tan” namına bana bir gazeteci kartı almak için “Türkiye Olimpiyat Komitesi” ile bir hayli muhabere yapılmıştı. Almanya’daki gençlerden birine de kart verilmesi yazılmış. Halbuki her gazeteye bir tane kart verilmeli imiş. Onun üzerine o gencin muavetinden sarfınazar etmeye mecbur olmuştu.

Lâkin ben buraya geldikten sonra gördüm. Türkiye’de spor röportajı bekleyen beş altı gazete ancak varken, burada yirmiye yakın Türk gazetecisi var. Hepsinin yakalarında birer rozet ve ceplerinde birer kart. Nasıl olmuş da bu kadar üremişiz bir türlü anlayamadım. Anlaşılan eski bir darbı meselin (atasözü) dediği gibi “serçeye çubuk beredir,, derler. O güçlükler hep benim gibi safdillere karşı imiş.. Bunu böyle düşünmeye mecburum. Çünkü 12 senelik bir gazeteci ve otuz senelik sporcu olduğum halde ben kart almakta bu derece güçlük çekerken buradaki Türk gençlerinin beş on tanesinin bir bardak su içer gibi kolaylıkla gazeteci kartı almaları başka türlü tefsir edilemez.

Nasıl çalışıyoruz

Bunu burada bir kalem yazdıktan sonra nasıl çalıştığımızı anlatayım. Bir kere güreş müsabakaları kadar gazeteciyi hırpalayan bir şey yoktur. Çünkü maalesef ne programda yazıldığı saatte başlar, ne de muayyen bir saatte biter. Neticeleri almadan telefon edemezsiniz. Evvelden telefona angaje olsanız, güreşler bitmeden sıranız gelirse alt tarafı için tekrar telefona mecbur olursunuz. O gün vereceğiniz mektuba da tafsilât ilâve etmek lâzım. Gece on ikiyi geçerek biten müsabakaları ne zaman telefon edeceksiniz, ne zaman mektup yazacaksınız ve ne zaman yemek yiyeceksiniz. Hele bizim İstanbul ile telefon muhaberesi (görüşmesi) yapmak bir müşkül iş. Her yer çabucak görüşüyor. Bizimki öyle değil. Neden? Onu bilmeyiz. Hatta üç gece evvel hat bozuldu görüşemedik. Telgrafla muhabereye mecbur kaldık. Hazır bulunduğumuz müsabakaların neticelerini gözlerimizle gördüğümüz için yazıyoruz. Lâkin biz falan müsabakada iken yapılan başka müsabakaları bu tebliğ kâğıdından çıkarmak lâzım. Bu kâğıtları her gazeteciye verdikleri posta kutularına, atıyorlar. Bir gece veya bir sabah zarfında, aşağı yukarı yüzden fazla kâğıt birikiyor. Bunların da yüzde 95 i Almanca. Her birini heceleyip okumak ve netice aramak lâzım. O da bir iş. Çok defa bu kâğıtları destesi ile sepete atan gazeteciler gördüm. Benim de öyle yapmak istediğim oldu ama ne çare ki içinde aradığımız şeyler var. Bir başka müşkülât: Bazı müsabakaların yapıldığı yerler var. Herkese bilet vermiyorlar. Bereket ki müsabakalar ilerledikçe gazeteci kartları ile de içeri bırakmaya muvafakat ettiler (izin verdiler). Yoksa ilk sıkı durum devam etseydi, halimiz yamandı.

Memleketten ilk defa çıkanlar

İçimizde bir yabancı memlekete yeni çıkmış, çiçeği burnunda arkadaşlar var. Bunlar da ilk çıkışın verdiği hassasiyetle izah edilebilen bir alınganlık müşahede ediliyor. Meselâ statta bütün milletlerin bayraklarını sayıp, Fransa’nın neden iki tane de bizim bir tane, diye soranlar var? Almanlara da, Fransa’ya iltimas ediyor diyemeyiz ya!

Birkaç gün evvel, bir arkadaş bizimkilerden birinin güreşini seyir için oturduğu yerden ayağa kalkmış. Arkadaki seyircilerden birisi de şemsiyesi ile dürtmüş ve eliyle oturmasını işaret etmiş… İş büyüdü. Bizimki şemsiye ile dürtülmeyi hakaret saydı. Yanındaki arkadaşlardan biri de şemsiye ile dürteni düelloya çağırdı. Ama yanında kartı olmadığı için, “yarın kartımla beraber şahitlerimi gönderirim,, dedi. Ertesi günü düello olduğunu işitmedik ve bir daha bu lâfı eden olmadı. Yalnız, bizim arkadaş şemsiyeliyi polise vermiş diye duyduk. Arada bir önümüzde oturan Fransız hakemleri ile hafif tertip ağız atışması da oluyor. Doğrusu ben bu kabil hırçınlıklara taraftar değilim. Biz burada profesyonel bir meslek sahibiyiz. İşimiz en iyi istihbar hizmeti yapmaktır. Asabiyete kapılınca bu hizmeti pek tamam ifa edemeyiz. Kaldı ki yabancı bir yerde çalışan gazeteci için muvaffakıyetin en büyük şartı kendine sempati celbetmektir.

Almanların eksikleri

Arasıra bizim arkadaşlarla birlikte yemek yiyoruz. Almanların her şeyi mükemmel, oyunları, tertipleri, idareleri ve bütün olimpiyatları alâkadar eden işleri emsalsiz. Yalnız bir eksikleri var. Yabancı dil bilen yok. Lokantalarda listeler Almanca, bilenlerin bile anlayamadığı isimlerle dolu. Ne anlayıp ne yiyeceğiz?.. Onun için burada yediğimiz, et suyu, biftek, şnitzel ve makarnadan ibaret. Bir az sağa sola saparsak, münasebetsiz bir şey getiriyorlar. Yemiyoruz ve parasını veriyoruz. Bir başka dert de ekmek meselesi. Almanya’da ekmek denilen şey, bizde meselâ sardalya balığı gibi. Nasıl sardalyayı istemeden getirmezlerse, ekmeği de istemezseniz getirmiyorlar ve getirdikleri lokma kadar küçük ekmekleri sayı ile veriyorlar; sonra hesaba geçirmek için. Su bahsine gelince; öyle bir şey yok. Ben Paris’te de, Londra’da da su getirildiğini gördüm. Berlin’de böyle şey görmedim.

Birincilerin bayrağı

Stat haricindeki yerlerde elde edilen birinciliklerin bayrağı, Olimpiyat an’anesi mucibince statta çekilir. Bütün izciler ve talebeler bayrağımızın marşımızla birlikte Olimpiyat direğinde dalgalanmasını selâmlamak için hep gelmiştiler. Fakat günlük programı tetkik edince anladık ki, güreş galiplerinin bayrakları, Avusturya – Polonya, yarı final maçından sonra yediye doğru çekilecek. Bu intizarla Avusturya – Polonya maçını seyrettik. Avusturyalılar üç gün evvel Peru takımına karşı mağlûp olmuşlardı. Fakat müsabaka esnasında hakemin aczi neticesi, seyirciler sahayı işgal ederek Avusturyalı oyunculardan birini yaralayacak kadar maça müdahale ettiği için Avusturya’nın talebi üzerine Peru – Avusturya maçının dün tekrarına karar verilmişti. Peru takımı bu kararı kabul etmedi ve sahaya gelmediği için Avusturya galip ilân edilmişti. Polonya takımına gelince, Çin takımını 2 – 0 yenen İngiliz amatör takımını 5 – 4 yenmişti. İşte bu iki takım oynadı. Maç seri ve enerjik oldu. Polonyalılar ilk haftaym başlarında güzel oynadılarsa da Avusturyalılar sonradan hâkimiyeti ele aldılar ve ilk haftaymda bir, ikinci haftaymda da iki gol attılar. Buna mukabil Polonyalılar ikinci haftaymda bir gol attılarsa da vaziyeti kurtaramadılar. Bilhassa Avusturyalıların oyunun bitmesine bir dakika kala attığı gol büsbütün meseleyi kökünden halletti.

Güreşçiler için merasim

Oyun biter bitmez hoparlör güreşçilere ait Olimpik Seremonisi yapılacağını haber verdi ve ilk ağızda 56 kilonun galipleri arkalarında galiplere çelenk veren beyazlar giymiş üç Alman kızı ve milletlerinin Olimpiyat Mümessili ve Alman Olimpiyat Komitesi Mümessili olduğu halde çıktılar. Onların bayrağı çekildi. Arkadan Yaşar ortada ve bir yanında sıkletinin ikincisi Finlandiyalı, diğer yanında da üçüncüsü İsveçli olduğu halde galiplere mahsus olarak şeref tribününün önüne konmuş olan Galipler Sehpası’na çıktılar. Alman kızlarından biri evvelâ Yaşar’ın başına defne dalından bir çelenk koydu ve eline zeytin fidanını havi bir saksı verdi. Komite mümessili de altın birincilik madalyası verdi, ondan sonra İstiklâl marşı çalmaya başladı. Stattaki en az kırk bin kişi ayakta olarak marşı selâmlarken şanlı Türk bayrağı zafer direğine ağır ağır ve iki yanında daha küçük kıt’ada Finlandiya ve İsveç bayrakları olduğu halde çekildi. Heyecandan gözlerim doldu. Halk bayrağımızı alkışlarken ben şimdiye kadar hiçbir Türk gencine nasip olmayan bu şerefin sahibi küçük Yaşar’a gıpta ediyordum.

*

Gazetelerde mektuplarımız ve telefon haberlerimiz çıkıp da buraya geldikçe bazı menfi akisler yaptığını ve bazı zevatın hoşnutsuzluğunu mucip olduğunu işittim. Gerçi bunun hakikat olduğuna inanmadım ama şurayı bu münasebetle ehemmiyetle ve sarahatle kaydederim ki, ben ağzımla veya imzamla, yani telefon veya mektupla gazeteme verdiğim haber ve fikirlerin hiç bir tekzibe uğramayacağını bir kere daha burada teyit ederim. Hakikat her zaman şeker gibi olmadığına göre yazılan doğru sözlerin her ağıza aynı tadı vereceğini zaten ummam. Bir büyük spor tezahürünün memleketimize düşen kısmında gördüğümüzü, otuz yıllık tecrübemin verdiği hakla, akademik şekilde tenkit etmezsek ne vicdanımıza, ne memlekete, ne de hizmetinde olduğumuz spor ve karilere (okuyuculara) karşı samimi davranmış oluruz. Ben bütün bu Olimpiyat işini bu mektuplarımdan başka da ayrı makalelerde etüt ederken iş başında arkadaşlarımı hüsnü niyetime olan itimatlarını sarsmamış olarak göreceğimi daima ummaktayım.

B. FELEK