Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Bizim nesil (Milliyet)

Bizim nesil (Milliyet)

Milliyet

Yayın Tarihi: 24.01.1970

Sayfa: 2

BİZİM NESİL

Bizim nesil, tabiî kalabalık değil. Hatta hiç kalabalık değil… Ama bizden evvelkileri de beraber alırsak – namına söz söylenebilecek – mühim bir kitle olur; hele yaş seneleri toplamını göz önünde tutarsak!

Şimdi şu çocuklar, hatta ağabeyleri olan asistan, doçent ve profesörler ara sıra bir köpürüyor, nizam-ı âlemden şikâyet ediyor, düzeltmeye kalkıyor… Değil mi?… Ama bir de biz babalarının nasıl yaşayıp neler gördüğünü, neler çektiğini bilseler – bir yer bin şükreder mi bilmem ama – herhalde daha az müşkülpesent olurlar.

Şu kış bile eski kışlara nazaran tiyatroda dekor kışı gibi. Bu bizim nesil üç muharebe gördü. Bu bizim nesil sayılarını pek iyi bilemeyeceğim ihtilâller, ayaklanmalar, memur tensikatları, büyük yangınlar, zelzeleler gördü. Bu bizim nesil bir imparatorluğun yıkılışını, bütün bir neslin “déraciné”, yerinden kopuşunu gördü. Gördü dersem bunun mihnetini çekti.

Size bir yaşantı sahnesi…

Kış değil mi?… Yazdan odununu kömürünü, soğanını, erzakını, yağını pirincini tedarik edeceksin. Sobanı kurduracak, mangalını temizleyeceksin… Yere keçe, halı, kilim serecek, pencerelerin aralıklarını kâğıtlayacaksın. Ha! Gaz alacaksın. Gaz dediğim petrol, ona Türkler gazyağı derler. Ayağına mutlaka lastik galoş lâzım. Yoksa hastalık muhakkak.

Üsküdar’da İhsaniye mahallesinde otururduk. Her gün Hukuk Mektebi’ne (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi) gitmek için Üsküdar iskelesine inip çıkardık. Bu iş genç ayağı ile 25 – 30 dakikadır. Köprü’den Beyazıt’a?… Gene yayan… 15 – 20 dakika da o… Mektepte kitap falan yoktu. Hocaların «takrir» lerini (ders altımını) zapt eder (not alır), sonra teksir edip talebeye dağıtırdık. Hoca gelir, dersini verir. Ondan sonra yanına yaklaşılmazdı.

Gelelim eve… Petrol lâmbalarını aydınlatırdık. Bunlar da üç dört çeşitti. Birisi gece abdesthaneye falan gitmek için kullanılır, ince ip gibi pamuk fitilli küçük el lâmbaları idi. Bunlara idare lâmbası denilirdi. Şişeleri yuvarlak idi. Sonra iki numara lâmbalar gelirdi. Bunlar bir küçük odayı şöyle böyle aydınlatırdı, fitilleri bir santim eninde idi. İçi 150 – 200 gram petrol alırdı: Bunların şişeleri karın tombul ve yukarıya doğru sivrilerek uzardı. Daha büyük lâmbaların fitilleri daha kalın, şişeleri üstü mahrut (koni) şeklinde daralan boru gibi idi… Daha büyük evlerde tavana asılmış büyük fitilli lâmbalar, konsol üzerine konmuş karpuz fanuslu lâmbalar vardı. Fitili ittirip çıkaran dişliye «makine» derdik. Makine!

Bütün bunların her gün temizlenip gazyağlarının konması bir hizmetti. Evlerde insanlar ışıklariyle, yâni elinde lâmbasiyle gezerdi.

Her Petrol iyi değildi. Lâmbada yanmaz, koku yapar, is çıkarırdı… Bizim Üsküdar’daki eve havagazı aldığımız zaman bayram ettik. Merhum anam ne kadar dualar ettiydi. Çünkü lâmba temizlemek meşakkatinden (zorluk) kurtulmuş idi.

Evimize Terkos suyu geldiği zaman büyük bir saadete kavuşmuştuk. Her gün kuyudan su çekip abdesthanelerin musluk küplerine koymak kolay iş değildi.

Şimdiki elektriği, akar sıcak suyu hayâl bile edemezdik. O zamanki hayatta mevsimlerin de icaplarına uymak lâzımdı. Yazın bahçelerimizden istifade için oralarda çalışmak lâzımdı. Her ev bahçıvan tutamazdı. Herkes kendisi bahçesini beller, vaktinde baklasını mutlaka eker, sonra kabak ocaklarını açar… Kabak, hıyar, domates, biber, patlıcan fidelerini diker, muntazaman sulardı. Bizim bahçede iki kuyu vardı. Birinde sakız tulumbası denilen iptidaî bir su dolabı vardı. Volanı demirdi ve ağırdı. Kardeşim ve konu komşu ile nöbetleşe çevirir, öndeki havuzu doldururduk. Havuz su deposu idi. Oradan bahçe kovalariyle bahçe sulanırdı.

Kışın her türlü şiddetine karşı tedbirli olmak lâzımdı. Yâni en fakir aile bile çorbalık tarhanaya kadar kendisi yapar veya köylüsü getirirdi. Üsküdar’da karın kapıları kırdığı çok görülmüştür. Hatta karakışta Bağlarbaşı’na kadar kurt indiğini ara sıra gittiğimiz Çiçekçi Kahvesi’nde arabacılar haber verirdi. Maaş çıkmazdı. Herkes bakkalın, kasabın kredisiyle yaşardı.

Ben Yunan harbi (pek küçücüktüm), Trablus Harbi, Balkan Harbi, Birinci  Birinci Dünya Savaşı Cihan Harbi (Birinci Dünya Savaşı) İstiklâl Harbi’ni gördüm ve yaşadım. Ben süpürge tohumundan ekmek yedim. Fındık kabuğu kavrulmuşundan, arpadan kahve içtim. Ben uçak bombardımanına uğradım.

Bizim nesil bu!

Bizim neslimiz Meşrutiyet ihtilâlini ve inkılâbını (devrimini), Cumhuriyet ve inkılâbını gördü ve yaptı… Bizim nesil eskiden yapılmış devlet borçlarını, yeniden yüklenilmiş umumî borçları ödedi ve ödüyor, bizim nesil, Bâbıâli Türkçesi, Osmanlı Türkçesi, Meşrutiyet Türkçesi ve eski Türkçe diye dört dili öğrenip konuşmaya mecbur edildi.

Bizim nesil tandırdan Air Condition’a, odun ocağından elektrik ocağına, mumdan floresana, yelpazeden vantilâtöre, ondan soğuk hava tertibatına, kar kuyularından dipfrize, keçi yolu ve Arnavut kaldırımından asfalt ve mozaiğe, ağaç merdivenden asansöre, yürüyen merdivene, öküz arabasından Mercedes otomobiline, uçurtmadan jet uçağına, havai fişekten Satürn füzesine, kovanlı fonograftan transistöre, ağızdan dolma kuburlardan otomatik tabancaya, mitralyöze, çok namlulu seri ateşli uçaksavar toplara, güdümlü füzelere, kalyondan uçak gemisine, atom denizaltısına kadar gelmiş, Çatalca müdafaası, Çanakkale muharebeleri, Edirne muhasarası, İşkodra muhasaraları, Hamidiye destanını yaşamış, görmüş, içine karışmış bir nesildir.

Bizim nesil, Harem iskelesinden Köprü’ye (Galata Köprüsü) piyade kayığı ile Üsküdar’dan Alemdağ’ına öküz arabasiyle, Üsküdar’dan Uncular sokağından, Kadıköy’ünde Papazın Bağı’na futbol oynamak için sırtında takımları yaya olarak gidip gelmiş, sonra da bugünkü hayat temposuna ayak uydurmuş, ortalama üç dört seferberlik görüp harbe girmiş nesildir… Gene de bedbaht bir kuşak olduğunu iddia etmemiştir. Çünkü bugünün temelini atanlar bizim nesilden çıkmıştır.

B. F.