Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

İkinci Cihan Harbinde Türkiye

İkinci Cihan Harbinde Türkiye

İkinci Cihan Harbinde Türkiye

Bir memleket bazen harp ederek, bazen de harbe girmemekle kurtarılır.

İstiklâl Harbi ile Mustafa Kemal Paşa Türkiye’yi kurtarmıştır.

İsmet İnönü de muahedelere (anlaşmalara), angajmanlara, türlü baskılara rağmen Türkiye’yi İkinci Cihan Harbi’ne sokmamakla kurtarmıştır.

Kendisine sorsaydık ne derdi bilmem ama, bana sorarsanız İsmet Paşa’nın siyasî ve askerî hizmet hayatının karması memleketi İkinci Cihan Harbi’ne sokmamış olmasıdır.

*

Aslına bakarsanız Türkiye hisleri ve müdafaa sistemini takviye etmesi bakımından hep Rusya’ya karşı çıkar. Ve Rusya’ya karşı çıkan başlıca Avrupa askerî kuvveti olan Almanlarla beraber durur. Birinci Cihan Harbi böyle olmuştur. Gerçi İttihatçılar Osmanlı İmparatorluğu’nu harbe sokmuşlardır; ama bunu sanıldığı kadar hesapsız mesnetsiz yapmamışlardır.

Çünkü Türkiye, Rusya ile tarih boyunca 17 defa harp etmiş. Hatta Rusya aleyhine Avrupa devletleriyle askerî ittifaklara ve müşterek harp harekâtına katılmıştır. Türkiye’de şimdi artık biraz hafiflemiş olan Rus korkusu sanıldığı gibi ideolojik bir endişe değildir. Tarihten beri gelen ve Büyük Petro’nun vasiyetnamesine kadar giden bir siyasetin bizdeki alerjisidir. Hâlâ “moskof” kelimesi Türkiye’nin birçok yerinde halk dilinde gaddar, zalim manasına kullanılır. Hâlâ söylenen çalınan;

“Sivastopol önünde yatan gemiler”

“Atar nizam topunu yer gök iniler”

gibi türkü haline gelmiş marşlarımız vardır.

*

 Türkiye’nin Birinci Cihan Harbi’nde Rus ordusunun Trabzon’a kadar gelmesi gibi unutulmayacak hınç sebepleri de yüreklerde hiç bir zaman kuvvetini kaybetmemişken, İkinci Cihan Harbi, göz göre göre Hitler’in “şirret”liği ve Almanya’yı bir dünya imparatorluğu yapmak gayreti yüzünden meydna gelmiştir. Onun bunu yapacağı belli idi. Ama itiraf etmeliyiz ki, Almanlardan başka kimse harp istemiyordu. Onların da Birinci Cihan Harbi’ndeki yenilgileri ağır olduğundan, o mağlûbiyetin akıbetlerinden doğan tepkiler de çok sert olmuştu.

İkinci Harp bilindiği gibi, Almanların önce Ruslarla birleşip Polonya’yı bölüşmesi, sonra İngiliz, Fransızlara karşı yürümesiyle oluştu ve gelişti. Ben size o zamanlar halk arasında bilinen, söylenen ve görülüp görüşülen şeyleri nakledeceğim:

Bu harpte Hitler’in başta oluşu, Türkiye’nin Almanlara karşı olan sempatisini kırmıştır. Almanya’dan kaçan Yahudi asıllı birçok profesör, bizim üniversitelerde kürsüler bulmuş. Ve bundan bahtiyar oldukları nisbette Türkiye’ye hizmet etmişlerdir.

İkinci bir endişe, Almanların Birinci Harpte yenilerek bizi de berbat etmiş olmaları, onlara karşı olan itimadımızı kırmıştır. Ve İkinci Cihan Harbi başlarında İngiliz ve Fransızlarla olan anlaşması memlekette ferahlık yaratmıştır.

O zamanlar İsmet Paşa’nın:

— Artık aç kalacak tarafta olmayacağız! sözünü herkes bilirdi.

Ama, Almanların ilk harp senelerindeki parlak başarıları âmme efkârını (kamuoyunu) ve bütün bu inançları sarsmadı dersem yanlış olur.

Türkiye’de bilhassa generaller arasında Almanların bu harbi mutlaka kazanacağına inanmış kimseler vardı. Bunlardan birisi rahmetli Hüseyin Hüsnü Erkilet Paşa idi. O devirde Cumhuriyet gazetesinin askerî makalesi yazarlığını yapan Paşa, iyi bir kurmay idi. Almanların Batı Avrupa’yı yutuverip, Fransa’yı teslim aldıktan sonra Rusya’ya dönmesi, Türkiye efkârında Müttefiklerle harbin başında yapılan anlaşmanın yanlış hesaba dayandığı zannını doğurmuştur. Gel gelelim, İsmet Paşa ve o zamanın kurmayları, işin sonunda Almanların mağlûp olacağı kanısında idiler. Bunu da zaman zaman açığa vururlardı.

*

O devirde İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizde karartma vardı… İstanbul semalarında uçaksavarlarımızın tayyare kovaladıkları görülürdü. Bir defasında Romanya’daki petrol havzasını bombalayıp geri dönmeye benzini kalmayan İngiliz uçaklarının, bizim İstanbul civarındaki bir askerî meydana inmek için gelişini ve bunları nasıl karşıladığımızı şahsen seyretmiştim. O zaman oturduğumuz Altunizade’deki evimizden (Sonradan Polis Prevantoryumu oldu),Pilâvcı bayırındaki dâfi dediğimiz uçaksavar bataryalarımızın nasıl kandil kandil ateş açtığını ve ışıkları yanan tayyarelerin de nasıl bir an evvel yere inmeye çalıştıklarını seyretmiştim.

Ertesi gün Örfi İdare Kumandanı Sâbit Noyan Paşa, gazetecilere hadisenin içyüzünü anlattı. Biz bunu bidayette Türkiye’ye tecavüz sanmıştık. Harbin ortalarında memleket ikiye ayrılmıştı.. Bir taraf Almanları, bir taraf İngilizleri tutuyordu. Ama bunların ikisi de tuttuğu taraf lehine hemen harbe girmeyi istiyordu.

Gazeteler de bu ayrılığın ve bu şiddetli isteğin tesiri altında idiler. Alman taraftarlığını dile getiren emsalsiz polemist rahmetli Peyami Safa idi. İngilizleri de merhum Hüseyin Cahit bey tutuyor ve iki taraf da İsmet Paşa’yı harbe sokmak için bütün gayretleriyle çalışıyorlardı. O kadar ki, bu iki muharrir arasındaki münakaşa nihayet birbirlerini hıyanet ve ajanlıkla itham edecek ve birbirinin millî hislerini rencide edecek hale geldi. Peyami Sefa, Hüseyin Cahit Beye Mister Cahit diye hitap ediyor. O da Peyami’ye Herr Safa diye sesleniyordu. Maalesef bu çirkinlik uzadı ve hükûmet bu münakaşaları yasak etti.

O esnada ben de harbe girmemek taraflısı ve Hitler aleyhtarı idim. Cumhuriyette yazmaya yeni başlamıştım. Cumhuriyet o devirde Alman taraflısı idi. Peyami bu gayrete orada başlamış, fakat gazetenin kapanması üzerine kapı değiştirmişti. Ben Peyami’nin yerine Cumhuriyet’e girmiştim. Yani Cumhuriyet o devrin hükûmeti nazarında gözde bir gazete değildi. İsmet Paşa ile Nadi Bey merhumun arası açılmıştı. Bu açıklık İsmet Paşa’nın taa 27 Mayıs’tan sonra koalisyon yapmasına kadar devam etmiştir.

Ben bu sıralarda bizim memlekette en ufak bir münakaşanın sövüşmeye, kavgaya kadar gideceğini gösteren bir küçük yazı yazmıştım. Maksadım bu çeşit polemiklerle alay etmekti.

Meselâ çalınan bir şarkının makamını tayinde çıkan ihtilâf yahut tavlada atılan bir zarın düşeş mi, şeşbeş mi olduğu hakkındaki anlaşmazlığın birbirimizi namus ayarının bozukluğunu iddiaya kadar götürebileceğini anlatmak istiyordum. Yazı gerçekten pek masum bir şeydi. Yazının çıktığı gün gazetemdeki küçücük odamda otururken telefon çaldı.

— Ankara’dan arıyorlar. Matbuat Müdürlüğü’nden, dediler. Arkasından rahmetli Selim Sarper’in sesi çıktı. (O zaman Matbuat Umum Müdürü idi).

— Felek bey. Bugünkü yazınızı okudunuz mu?

— Okudum beyefendi.

— Biz, bu çeşit münakaşaları yasak etmedik mi?… Kapattım gazeteyi. Dedi ve telefonu kapattı. Ben hemen koştum.Nadir Nadi Beye haber verdim. Yazıyı okudu.

— Bunda bir şey yok! Dedi ve ertesi gün Ankara’ya gidip gazetenin kapanmasını önledi.

Kısacası Almanların Stalingrad’daki bozgunu ve Amerikalıların harbe girmesiyle, İngilizlerin kendilerini toparlamaları ve bilhassa Amerika harekâtından sonradır ki, bizim Almanlarla birlikte harbe girmemizi isteyenler biraz sindiler. Ama bu sefer de öbür taraf işi azıttı idi. Ve İsmet Paşa’nın etrafındaki yakınları bile, Paşa’yı harbe girip galebe yağmasından pay almaya sevk etmişlerdir. Paşa’nın dış tazyikten ziyade iç tazyikten rahatsız olduğuna emindim. Ve ben İsmet Paşa’nın bütün hayatında bir taarruz harbine girmediğini ve harpten daima kaçındığını bildiğim için harbe girmeyeceğinden emindim. Bütün yazımlarımda, hep bu noktadan ve bu kanaatle hareket ettim ve isabet ettiğime inandım.

*

Şimdi de, bundan evvel ve bizim Rusya ile mi, Rusya’ya karşı mı olmamız meselesi münakaşa edilmiş durmuş ve dünya harplerine girip girmemiz hep bu açıdan mütalâa edilmiştir. Bu haklı bir davranıştır. Çünkü Rusya bir büyük devlettir, Çarlık devrinde de böyle idi. Şimdi de böyledir. Ama Rusya’nın bir Dünya ve Avrupa devleti olarak Akdeniz’e inmesi değişmez emelidir, bu da ancak Boğazlarla olur. Rusya her zaman Boğazları istemiştir. Biz ve Dünya, Boğazların Rusya’ya gitmesini istemeyiz. Ve biz Boğazları Rusya’ya en zararsız şekilde elde tutmaktayız. Ama biz Rusya ile müttefik olursak öteki müttefiklerinin akıbetine uğramamız muhakkaktır. Onun için biz Rusya ile iyi geçinir fakat Rusya’ya karşı kendimizi koruyacak sistemler ararız. Sultan Hamid de böyle yapmıştır. Meşrutiyet devrinde bile bu münakaşa edilmiş bir siyasetti. Meselâ Mizancı Murat Bey, Rusya ile anlaşmak taraftarı idi. Kendisi Çerkez’di ve Ruslardan gözü yılmıştı.

*

İkinci Cihan Harbine girmeyişimiz bir büyük nimet olmuştur. Ve bu da İsmet Paşa’nın bir siyasî marifetidir. Bunu ne inkâra, ne tenkide imkân vardır.

Milliyet Magazin  Geçmiş Zaman Olur ki…

06.04.1975