Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Dil yâresi..

Dil yâresi..

Dil yâresi..

Birlikte dinliyorduk. Bir yanık ses Şevki Beyin:

«Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz.»

Şarkısını hazin hazin söylüyordu. Arkadaşım birdenbire doğruldu:

— Dil yâresini sen benden dinle! dedi.

— Âşık mısın? diye sordum.

— Hayır, pisboğazım, dedi ve anlattı:

—  … Bir vakitler ben Kınalıada’da yalnız başıma, hücra bir evde oturur, işimi kendim görür, yemeğimi de kendim pişirirdim. Bekâr adamın yemek pişirmesi kolay iş değildir. Arkadaşlar o zaman pek rağbette olan bir düdüklü tencere almamı tavsiye ettiler. «Yarım saatte hindiyi pişiriyor. Bir çeyrekte pilâv…» diye, methettiler. Ben de bir düdüklü tencere aldım. Biliyorsun. Bu tencerenin saatle ayar edilen bir düdüğü var. Yemeği kaç dakikada pişirecekse düdük ona göre ayar ediliyor; vakti gelince ibre, «yemek pişti» diye düdüğünü çalıyor.

«Ben aşûreyi pek severim. Aşûrenin de âdî tencerede pişmesi uzun sürer: onun için ilk iş olarak şu düdüklü tencerede bir aşûre pişireyim, dedim. Harcını aldım, yıkadım, ayıkladım. Suyunu, şekerini de beraber tencereye doldurdum. Kapağını da iyice kapattım, ateşe oturttum. Bir kere kapattıktan sonra bu tencereyi ara sıra yemek pişti mi diye bakmak mümkün olmadığından kendi haline bıraktım ve başka iş yapmak için odama geçtim… Aradan ne kadar geçtiğini bilmiyorum. Birdenbire bir patlama oldu; ama şiddetli bir patlama. Ödüm koptu. Hemen koştum mutfağa… Ne göreyim… Bizim düdüklü tencere kapağını atmış…

— Neden? Bozuk muymuş?

— Hayır, ben dalgınlıkla düdüğünü ayar etmeyi ve onun süpapını açmayı unutmuşum. Tabii istim tencereyi patlatmış…

— Vah vah…

— Yaaa! Güzelim tencere patladı.

— Bununla dil yâresinin münasebeti ne?

— Dur, lâfım bitmedi… Ben tencerenin kapağını atmış olmasından ziyade aşûreye acıdım.

— Aşûre pişmiş mi?

— Pişmiş de lâf mı? melhem gibi olmuş… Ama ne fayda? patlamanın şiddetinden ne var ne yok hepsi mutfağın duvarlarına tavanına fırlamış. Tencerede bir şey kalmamış.

— Vah vah…

— Ama ben, aşûreyi pek severim dedim ya! Dayanamadım… Mutfağın duvarlarında ne kadar aşûre varsa dilimle yaladım.

— Amma yaptın ha!

— Vallahi yaladım. O yüzden de on gün ağzıma sıcak, soğuk, tuzlu, ekşi birşey koyamadım.

— Neden?

— Kireç duvarları yalamaktan dilim yara oldu… İşte benim dil yâresi de bu!…

— Anladım… Yazık oldu şarkıya…

— Neden?..

— Onun dediği dil yâresiyle seninki arasında münasebet yok. O biçare gönül yarasından bahsediyor, sen aşûre pisboğazlığından yara olmuş dilini düşünüyorsun.

— Söyledim ya, benimki âşıklıktan değil, pisboğazlıktan oldu.

Tef Dergisi Kuruntular

18.12.1954