Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Nefesimizi arttırmak için ana spora, atletizme ehemmiyet vermek lâzım (Tan)

Nefesimizi arttırmak için ana spora, atletizme ehemmiyet vermek lâzım (Tan)

Tan

Yayın Tarihi: 16.08.1936

Sayfa: 5

Olimpiyat mektupları

Nefesimizi arttırmak için ana spora, atletizme ehemmiyet vermek lâzım

Berlin, 12 Ağustos — Berlin bir büyük şehirdir. Uzun uzun caddeleri vardır ve belki de Almanların ayakları bu caddelerin uzunluğundan dolayı büyücektir. Çok defa rastladığım kadınların bir tek papucuna benim iki ayağımı koymak kabildir. Sanırım 39 – 40 numara kundura burada çocuk ayakkabısı sayılır. Almanlarınparad) yürüyüşü dedikleri kalçadan kırma ayak atışları da belki ayaklarının pek ufak olmayışındandır. Ayak büyük olup da eller bu azametten mahrum kalmış sanmayın. Onlar da ayni nisbettedirler. Son Hitler selâmı bahanesiyle Almanların dünyaya el uzatmaları eli de burada ayak kadar bir merasim azası haline koymuştur.

Misafir olduğumuz şehir hakkında kötü demek ayıptır. Doğrusu kötü denecek şey de yoktur. Lâkin Berlin bir Alman şehridir, yabancıları memnun edecek hale getirmek kimsenin aklına gelmemiştir. Belki buna lüzum da görmemişlerdir. Hiç bir büyük kahve, hiç bir büyük lokantada Almancadan başka dil söyleyene rast gelmezsiniz. Halbuki Berlin’de bugün 200 bin yabancı vardır.

Berlin’de bir Türk için özlenmeyen ne yok ki? Musluğunu açıp şakır şakır ve şerbet gibi içtiğimiz Hamidiye suyundan, şekerli bir limonataya kadar… Burada Türkçe tatlının karşılığını bulamadım. Kahvelerde koca bir fincan acı kahve için üç tane nohut kadar şeker getirirler. O deryaya bu damla ne yapsın.

Berlin’de belki bizim hoşumuza giden şey az amma yaranacak şey çoktur. Bunu avdete saklayabiliriz.

Olimpiyatların son baharı

Olimpiyat müsabakaları artık son baharını yaşıyor. Atletizm bitti. Yüzme bitiyor. Futbol finale geldi. Güreşler, bisiklet bitti. Basketbol bitmek üzere, boks yarıda. Eskrimin üçte biri kaldı. Binicilik de bugün başlayacak.

Olimpiyat müsabakalarının esasını her zaman atletizm teşkil eder. Onun için herkes Olimpiyat’tan atletizmi anlar. Diğer sporlar birer garnitürdür. Almanlar bu sene atletizmde büyük neticeler bekliyorlardı. Kendi memleketlerinde, kendi halkı önünde koşmak büyük avantajdır, fakat bu hülya tahakkuk etmedi. Amerikalılar erkek atletizm müsabakalarında 11 birincilik, 6 ikincilik, 3 üçüncülük aldılar. Buna karşı Almanlar ise o da atmalarda olmak üzere 3 birincilik, 2 ikincilik, 3 üçüncülük elde ettiler. İtalyanlar ise bütün gayretlerine rağmen 2 ikincilik, 2 üçüncülük gibi ufak bir muvaffakıyetle iktifaya(yetinmeye) mecbur kaldılar.

 Bütün Olimpiyat müsabakaları bana bir şeyi gösterdi. Amatör aşkı ile çalışan, yetişen ve hızını kendi içindeki ateşten alarak müsabaka yapan milletler,” Spor dirigé” dediğimiz “sevk ve idare edilen spordan” daha iyi netice alıyor. Amatörlüğün en güzel nümunesi Amerikalılardır. Amerikalılar seyahat tahsisatı bulamadıkları için bir kısmı otomobillerini satmaya mecbur oluyorlardı da bir iane açılarak bunun önüne geçildi idi. “Sport dirigé”nin en bariz iki numunesi Almanya ve İtalya’dır. Bunlar Amerikalıların, İngilizlerin, hattâ şimal (kuzey) memleketlerinin önünde serfüruya (itaata, uymaya) mecbur oluyorlar. Bunu memleketimizin spor işleri namına dikkatle ve hissiyata hiç kapılmadan mütalaa etmeyi zarurî bulurum. Sporcu kendini sporcu olmayanların idare ettiğini gördükçe gevşemekte ve idare mekanizmasıyla kendi arasındaki ruhî bağlar yavaş yavaş çözülmektedir.

Amatör futbol

Dünya amatör futbolünün burada hemen en iyi numunelerini gördük. Kanaat getirdim ki amatör futbol şimdilik şimal memleketlerinde oynanıyor. Orta Avrupa’da çok düşmüş. Zaten birçok memleketlerin futbole iştirak etmemeleri de bunu gösteriyor. Profesyonellik burada amatörlüğü tamamen boğmuş. Avrupa’nın iyi bir profesyonel takımı burada kolaylıkla dünya birincisi olabilir. Bu, futbolün yavaş yavaş bir spor olmaktan ziyade bir “temaşa,, olmaya başlamasından ve profesyonellerin oynadıkları oyunun da bir spordan ziyade bir “marifet,, haline girmesinden ileri gelmektedir. Ne yapalım? Bu kadar çok koşanın çabuk yorulması mukadderdi..

Güreş ne halde?

Güreş ne halde diyeceksiniz?.. Olimpiyatlar’dan evvel güreşler hakkında düşündüğüm şeylerden yalnız bir noktada aldandığımı gördüm. O da Avrupa’da serbest güreşin hâlâ ilerlememiş olmasıdır. Bu güreşi Avrupa’da yalnız Macarlar biliyor. Avrupa dışında da Amerikalılar. Fransızların içinde bilen bir iki kişi var. İsviçreliler ayakta iken biraz ayak oyunu biliyorlar ama yerde bir şey bilmiyorlar.

Greko – Romen güreşine gelince; o her zamankinden daha fazla bir kombinezon işi olmuş. Meselâ kur’a çekilirken kuvvetli güreşçiler ilk devrede birbirine karşı düşerlerse birbirini kırıyor ve tasfiyeye uğratıyorlar. Beride bir zayıf güreşçi bundan istifade ediyor. Talihin en çok rol oynadığı bu çeşit turnuvaların mahzurunu biraz azaltmak içir Beynelmilel Futbol Federasyonu bu sefer milletleri kuvvetli ve zayıf diye ikiye ayırarak kur’ayı öyle çekmişti. Sanıyorum ki güreşte de yavaş yavaş bu usul tatbik edilecektir. Bence güreş sporunu kurtarmak için Macarların teklif ettikleri, sayı ile kazanmayı, kaldırmadan başka çare yoktur. Ancak hakiki güreş neticesi o zaman alınır.

Bizim güreşteki vaziyetimize gelince; güreş idaresinde bulunan arkadaşlar da görmüşlerdir ki biz Greko Romende teknik kabiliyetimizi kaybetmişiz. Bu sefer bizimkiler içinde, 1928’ de Tayyar gibi güreşen biri yoktu. Başka milletlerin güreşleri ile bizimkiler arasında çok bariz bir fark vardı. Ve işin garibi bizimkiler o memleketlerle güreş tutunca onları da kuvvetleriyle kendi sistemlerine uydurarak sade itişiyorlardı. Tabii bu hükmün dışında kalmış bir iki istisna oldu. Lâkin bu istisnalar ekseriyetin karakterini değiştirecek halde değildi.

Bence güreş sistemimizi kökünden değiştirmek ve âlem gibi güreşmeye başlamak elzemdir. Yoksa iki sene sonra Balkan birinciliğini de kaybederiz.

Eskrim müsabakaları

Biz eskrim müsabakalarının yalnız kılıç kısmına giriyoruz. Diğerlerine girmiyoruz. Bugün bizi alâkadar eden yegâne müsabaka bu idi. Kur’a ile düştüğümüz Amerika,  İsviçre ve Yugoslavya grubunda Orhan, Enver, Cihat ve Halim takımı ile müsabakalara girdik. Yugoslavya’yı 9 – 7 yendik. İsviçre ile 8 – 8 berabere kaldıysak da biz 70 onlar 58 vuruş yaptıklarından biz galip sayıldık.

Amerikalılara da 14 – 2 yenildik. İsviçre ile maç çok çetin olduysa da bizimkiler kazandılar ve ikinci devreye geçtiler. İkinci devrede Amerika, Polonya, İsveç ile düştük. Doğrusu çocukların pek de talihleri yok. Çünkü Amerika ve Polonya çok kuvvetli takımlar. Öğleden sonra yapılan müsabakalarda Polonya takımına 9 – 2 yenildik. Polonyalılar ilk devrede İsveçlileri 15 – 1 yenecek kadar kuvvetlidirler.

Polonya takımı ile müsabakadan sonra grup tertibine göre Amerika ile karşılaşmaya mecbur kalan takımımız bir günde Yugoslavya, İsviçre, Amerika ve Polonya ile çarpışmaktan mütevellit yorgunluktan dolayı müsabakadan çekilmiş ve abandone ettiği için mağlûp sayılarak üçüncü devreye girememiştir. Bu müsabakaların şekli de gösteriyor ki; her şeyden evvel atlet olmak, mukavemetimizi, nefesimizi artırmak ve spor şubesindeki ihtisasımızı almadan evvel büyük ve mütemadi mücadelelere dayanacak fizik kabiliyeti elde etmek şarttır. Bu da ancak ve ancak atletizm ile kabildir. Yaşasın atletizm! Yaşasın ana spor!

B. FELEK