Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Amsterdam Olimpiyatına giderken (Milliyet Magazin)

Amsterdam Olimpiyatına giderken (Milliyet Magazin)

Milliyet Magazin

Yayın Tarihi: 29.04.1973

Sayfa: 2,3

Yaşadığımız Günler

(1928 Amsterdam Olimpiyatları)

Amsterdam Olimpiyatına giderken

Geçenlerde Hollanda’nın Ajax takımının Alman Bayern futbol takımı ile Amsterdam’da yaptığı maçı seyrederken maçın oynandığı Olimpik Stadı bir hatıramı tazeledi.

Sene 1928. Mevsim yaz ortası. Türk olimpiyat kafilesinin futboldan geri kalan ikinci kısmı o zamanlar İstanbul – Köstence seferi yapan bir Romen vapuru ile yola çıkmıştı.

Ben Kafile Reisi idim. Rahmetli Fethi Tahsin kafile mutemedi. Merhum Ahmet Bey Güreş Federasyonu Reisi. Kafilede amatör idareci olarak da hepimizin tanıdığımız Vamık Gezen var. Esasen kafile daha ziyade güreşçi ve atletlerden mürekkep. Topu topu 20 kişi kadar. Güreş antrenörü Macar Raul Peter.

Kafile deniz yolu ile Köstence’ye, oradan trenle Peşte’ye gidecek. Peşte’de 15-20 gün Macarların olimpiyat ekibiyle birlikte çalışacak, Peşte’den Tuna yolu Passau şehrine, oradan da trenle Amsterdam’a gidecek.

Seyahat planı bu. O zaman uçak falan yok. Çocukları yormadan ve kampı da Macaristan’da yaparak Olimpiyatlar’a gideceğiz.

Ben Kafile Reisi sıfatiyle her şeyi İstanbul’da hazırladım. O zamanlar seyahat işleri biraz daha kolaydı. Döviz meseleleri pasaport formaliteleri yoktu. Bütün seyahat biletlerini İstanbul’da aldık. Hatta Bükreş- Peşte tren yolculuğunda numaralı koltuklar bile tuttuk, yani herkesin yeri evvelden rezerve idi.

Kafilede gazeteci olarak Sait Çelebi ve Talat Hemşeri ve atletizm kaptanı olarak Ömer Besim, pehlivanlardan Çoban Mehmed ve bizim meşhur haltercimiz Cemal de bulunuyordu. Pehlivan Saim Olimpiyatlar’a ilk defa giriyordu. Gazeteciler arasında, Trakyalı Ekrem isminde bir arkadaşımız da Edirne bölgesi namına kafilede idi. Nuri Boytorun, Rahmetli Tayyar güreş kafilemizin ümitleri idiler. Vapur yolculuğu iyi geçti. Zaten 10 saatlik bir seyahat.

Köstence’de bir iki saat bekledikten sonra trene bindik. Bükreş’e geldik…. Bükreş- Peşte yolculuğu için bir endişemiz yoktu çünkü her birimizin ikinci mevki numaralı yerlerimiz ve bunların biletleri var. Tren kalkmadan bir müddet yerlerimize binelim de rahat edelim, diyerek istasyona geldik.

Şeftreni bulduk. Biletlerimizi gösterip yerlerimizi istedik. Adam bir şeyler söyledi. Bizi bıraktı, başka işe gitti.

Biz peşinden koştuk. İstasyon şefine müracaat ettik, uzatmayalım, bizim numaralı yerlere başka yolcuları bindirdikleri ve bizim açıkta kaldığımız anlaşılınca bizde şafak attı. Bükreş – Budapeşte aşağı yukarı 20 saatlik bir tren yolculuğu idi. – uyumak bir tarafa-ayakta gitmek felâket olurdu. Bükreş istasyonunda kavga ettik. Adamlar pişkin, bizim İstanbul’dan aldığımız yer numaralarına ait kendi biletlerini tanımadılar, Bükreş’te kalıp hakkımızı aramaya da vaktimiz yoktu.

Çaresiz, bindik trene şöyle bir dolaştık ki, ikinci mevkide yer bulmak şöyle dursun bir çok yolcular koridorda duruyor. Ne var ki; bunların büyük bir kısmı hafta sonu için Sinaya ismindeki meşhur sayfiyeye gidiyormuş.

Biraz bekledikten sonra Fethi merhumla karar verdik, bizim arkadaşları, bir kaç yolcusu olan bomboş birinci mevkiye yerleştirdik. Yolcular önce aldırış etmediler. Çoban Mehmed’e ve diğer bir iki pehlivana ayakkabılarını çıkarmalarını tembih ettik. Bu tedbir öteki yolcuların başka kompartımana hicret etmesine kifayet etti ve biz böylece birinci mevkiye yerleştik. Arasıra bilet kontroluna geliyorlar. Biz de ikinci mevkideki yerimizi veremedikleri için bizi birinci mevkiye yerleştirdiklerini ve resmi Türk kafilesi olduğumuzu söylüyorduk.

Yolculuğumuz böylece rahat devam ederken gece yarısı birkaç defa birinci mevki yolcular gelmiş, bizim kompartımanlara bakmışlar, dolu olduğunu görünce çekilip gitmişlerdi.

Lakin biz uykuda iken gece yarısı gürültü ile uyandım. Koridora çıktım. Bizimkiler var. Kondüktörler var. Romanya’da – hâlâ da öyle imiş – Fransızca geçer lisandır. Vagonumuza gelenlerle konuştum. Durumumuzun da zayıf olduğunu biliyorum, ama yüksekten konuşmaktan başka çare yoktu.

Efendim bir Kolonel (Albay), karısı ile beraber bir istasyondan birinci mevki bilet almış. Bilmem nereye gidiyor. Birincide de yer yok. Nazari olarak yer var. Birinci mevki bilet olanlardan gayri 20-25 boş yer olmak lazım. Ne var ki onu da biz işgal etmişiz.

Kolonel ile münakaşa ettim.

— Biz bir resmi, Milli Olimpiyat kafilesiyiz. Çocuklarımın ayakta kalmalarına razı olamam, işte yer numaralarımız. Fakat bize demiryolları idareniz ikincide yer gösteremedi. Biz de birincide yer bulup oturduk.

— Ben onu bilmem. Ben yerimi isterim.

— Vallahi siz o yeri bizden değil demiryolundan isteyin. Münakaşa uzadı.

— Asker getiririm. Sizi buradan zorla attırırım. dedi.

— Olabilir, dedim.

Adam indi. Kondüktörler birbirlerine baktılar. Az sonra Kolonel (Albay) iki üç silahlı askerle geldi. Ben de çocuklara yerlerine oturmalarını söyledim. Kolonel askerlere kompartımanları tahliye etmelerini emrettiği sırada, oradaki sivillerden birisi geldi. Kolonel ile Romence bir şeyler konuştu. Biraz sertçe münakaşalar oldu. Askerler çekildi. Koloneli de başka bir yere götürdüler. Biz de tekrar uykuya daldık.

Bir müddet sonra tekrar koridorda gürültüler oldu. Biz tekrar ayaklandık. Gördük ki; kolonel bu istasyondan da askerler getirmiş, bizi zorla atacak.

Tekrar o sivil adam peyda oldu. Tekrar münakaşalar ve tekrar askerler geri döndü. Biz merak ettik. Ahmet Fetgeri bey merhum Almanca bilirdi. Adama gitti. Biz de sokulduk. Kim olduğunu sorduk. Adam söyledi. Ama

— Siz rahatınıza bakın! Bir daha sizi tedirgin etmezler. Dedi ve hakikaten Macar hudutuna kadar bir daha kimse gelmedi. Sonradan öğrendik ki bu zat, o hat üzerinde çalışan Milli Emniyet Müfettişi imiş. Türk spor kafilesini rahatsız etmemesi için Koloneli adeta tehdit etmiş.

Biz adama teşekkür ettik.

Macar hudutuna güneş doğmadan varmıştık. Hudutda pasaport muamelesi vardı. O sırada Romanyalılarla Macarların arası açıktı. Romanya Birinci Cihan Harbinde Avusturya – Macaristan İmparatorluğu çözülünce Romanya’da Macaristan’dan bazı toprak parçaları almıştı. Ve hudutdaki birçok Macar kasaba ve köyleri Romanya’ya geçmişti.

Pasaportlarımızı galiba Tayyar’la Raul Peter götürdüler. Biz bir saat bekledik. Tren kalkıyor. Nihayet pasaportları götüren arkadaşlar döndüler ve hudut polisinin Kafile Reisi’ni istediğini söylediler.

Uyku sersemi Hudut Polisi Dairesi’ne gittim. Peter’in Macarca tercümanlığı ile polis şefi ile görüştüm.

— Siz Bükreş’ten buraya kadar Birinci mevkide biletsiz seyahat etmişsiniz. Adam başına şu kadar (hatırımda değil) Ley vermezseniz pasaportlarınızı vize etmeyeceğiz ve sizi burada alıkoyacağız dedi. Sinirlendim, dedim ki:

— Siz polis memurusunuz. Pasaport işiyle meşgul olursunuz. Pasaportlarımız yolunda ise bizi tutamazsınız. Biz bir resmi kafile olarak seyahat ediyoruz. Demiryolu idaresiyle aramızda yer rezervesi yüzünden bir ihtilaf çıkabilir. Bunu halledecek siz değilsiniz. Onun için bizim pasaportlarımızı vize edip veriniz.

Trene geldim belki orada alıkoyarlar diye çekinmiştim. Yarım saat sonra bir memur geldi. Beni istedi.

— Gelmem. Ne söyleyecekseniz burada söyleyin dedim.

— Adam başına bilet farkı şu kadar Ley parayı Romen parası olarak ödemezseniz sizi indireceğiz ve burada alıkoyacağız.

Düşündüm. Mukavemet edersek hükümet memuruna karşı gelmek gibi bir durum doğacak. Yanımdaki Peter de yarım Türkçesiyle:

— Efendim parayı vermek lazım. Bunlar iyi adamlar değil. Diye maneviyatımı bozup duruyordu.

— Peki dedim. Biz burada ineriz. Yalnız bize bu kararınızı yazılı tebliğ ediniz. Kafilem için bir otel gösteriniz. Sefaretimize durumu bildirmek üzere beni telgrafhaneye götürünüz. Çünkü ben bugün buradan hareket etmezsem mes’ul olurum. Ve sizi de mes’ul ettiririm. Dedim.

Adamlar tekrar gittiler. Orta Avrupa’dan daha ileriye giden trenin Peşte vagonunda bizden başka da yolcular vardı ve çoğu Macar idi. Bizim bu mukavemetimizi takdir ediyorlardı. Nihayet arkadaşlar vize edilmiş pasaportlarla geldiler ve trenimiz hudutu geçti.

Arkadaşlar, bu hadiseden sonra beni şimdi unuttuğum o hudut karakolunun adı ile adlandırdıkları savaşın muzaffer kumandanı diye selâmladılar.

Halbuki tren Macaristan’a geçtikten sonra bizimle beraber seyahat eden bir yabancı yolcu:

— Tren kondüktörünü biraz memnun etseydiniz hiçbir hadise çıkmazdı. Diye meselenin içyüzünü anlattı.

Sene 1928, mevsim yaz idi.

18 gün kamp yapmak üzere Peşte’ye doğru yeşil Macar ovalarında seyahate devam ediyordum.