Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Bakla! (Milliyet)

Bakla! (Milliyet)

Milliyet

Yayın Tarihi: 02.01.1971

Sayfa: 2

BAKLA!

«FIKRA» denilen şu yazı, hürriyetlerin kısılmış, yazılacak konuların daralmış olduğu ne’şesiz devirlerde rûmizle halka birşeyler anlatmak için mizahın letafetinden istifade niyetiyle vücuda gelmiştir. Hele «Fıkra» ismiyle anılışının yaşı elliyi bulmaz.

Bir noktaya da işaret etmek gerekir ki «Fıkra» ismi meselâ Nasreddin Hoca hikâyelerine verilmezdi.

Nasreddin Hocanın fıkralarına «lâtife» adı verilir, «Nasreddin Hoca Lâtifeleri» yahut daha eski ifade ile «Latâifi Hâce Nasrüddin» denilirdi. «Fıkra» sözü daha ziyade Bektaşî fıkraları gibi çeşitler için kullanılırdı.

Yazı nev’imize ait şu kısa izah burada biterken «Fıkra» denilen küçücük fakat çok kesin hikâyenin başlı başına büyük bir edebî kıymet ifade ettiğini de unutmamak lâzımdır. Ben fıkrayı «Baharat» a yâni tuza bibere benzetirim. Yalnız başına yenilir yutulur şey değildir. Ama bir yemeğe ektiğiniz zaman tad verir. Hattâ bazen onsuz yemek yenmez.

Fıkra da bir konuya münasebet getirerek nakledilirse bir şeye yarar.

Bir kâmil adam yâni dünya ve ahret felsefesini halletmiş allahlık bir kimse, sizin anlayacağınız bir şeyh’e, çömezi Derviş Mehmet gelip:

— Şeyhim! Benim mizacım hiddetli.. En ufak bir şeye kızınca küfrediyorum. Sonradan pişman oluyorum. Ne yapayım bu halime! Sen bana yol göster.

Diye öğüt dilemiş.

Şeyhin cevabını bilirsiniz ama bir de benim ağzımdan dinleyin.

— Mehmet evlâdım bir kuru bakla al. Dilinin altına koy. Küfretme hevesi gelince bakla diline takılır. Küfretmenin kötülüğü aklına gelir, dilini tutarsın demiş.

Derviş Mehmet böylece küfürbazlıktan kurtulma çabası içinde şeyhi ile birlikte yaya olarak bir yere gidiyor. Lâkin birdenbire bir şiddetli yağmur başlamış ki; âdeta tûfan. Önce bir saçak altına sığınmışlar, fakat yağmurun duracağı olmadığı gibi saçak da bardaktan boşanırcasına yağan yağmura siper olamayınca şeyh:

— Öyle de ıslandık böyle de! Bari yolumuzdan kalmayalım. Yürü Derviş Mehmet! Deyip yola revan olmuşlar. Bir müddet gittikten sonra önünden geçtikleri bir evden bir kadın seslenmiş:

— Derviş baba, derviş baba! Biraz durur musunuz?

Sıkıntıda bir kul var diye bizim dervişler durmuşlar.. Yağmur da bârânı belâ [Belâ yağmuru].

Beklemişler.. Beklemişler.. Neden sonra aynı ses:

— Haydi gidin artık!. Deyince şeyh dayanamayıp sormuş:

— Bizi bu yağmur altında ne diye beklettin? Şimdi de ne diye git diyorsun be hatun? Diye sormuş.

— Aa, derviş baba; ördeği kuluçkaya yatırıyordum, sarıklıya bakarken yatırırsan palazlar tepeli çıkar. Dediler de onun için sizi beklettim. Deyince şeyh hemen dönmüş:

— Derviş Mehmet çıkar baklayı ağzından! Diye seslenmiş.

İşte Türkçemizde «Baklayı ağzından çıkarmak» sözü bu fıkradan kalmadır.

*

Muhterem İsmet Paşa son olaylardan sonra konuştu.. Ne kadar güzel konuştu. Ne kadar doğru konuştu.. Onun bu konuşmasından Derviş Mehmet’le bakla fıkrasını hatırladım.

Yağmur olacak, ördek kuluçkaya yatacak, tepeli çıksın diye inanmış birisi pencereden seslenecek, bekletecek, ıslatacak, sonra yakasını bırakacak. Her zaman olur şeyler değil ki bunlar!..

Eşref saat!.

Şimdi aklıma Ziya Paşa’nın:

Terkibi bendinden:

«Allaha sığın şahsı halîmin gazabından

Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir.»

Beyti geldi. Ama zamanla atın huyu değişmiş. Atlı karıncadaki tahta atlara da dönmüş.. Önüne gelen çocuk biniyor, aldırış ettiği yok.

Belki de hâlâ işi ciddiye almıyor.

B. F.