Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Basın hürriyeti (Cumhuriyet)

Basın hürriyeti (Cumhuriyet)

Cumhuriyet

Yayın Tarihi: 28.05.1945

Sayfa: 3

Hadiseler Arasında FELEK

Basın hürriyeti

19 Mayısta konuşmuş olan Cumhubaşkanımızın memleketimizde harbin doğurduğu sıkışık vaziyet kalktıkça demokrasi esaslarının daha fazla gelişeceği hakkındaki müjdeleriyle Basın Yayın Umum Müdürlüğü bütçesi Kamutay’da (parlamento) konuşulurken milletvekillerinin basın hürriyeti hakkında söyledikleri sözler kadar bir gazetecinin hoşuna gidebilecek şey tasavvur edilemez.

 Çünkü basın hürriyeti gazeteciliğin belli başlı ham maddesidir.

Bizde basın hürriyeti meselesi çok defa tereddütlerle, çekingenliklerle ve pes perdeden konuşulan bir konu olmuştur. Çünkü biz basın hürriyetine, dünyanın başka demokrat memleketleri kadar alışmaya vakit bulamamışızdır.

 Meşrutiyet devrine kadar lâkırdısı ağza alınamıyan bu nimet 31 Mart vak’asından sonra yavaş yavaş sinmeye başlamıştı. Hattâ bu tarihten evvel bile hükûmete muarız (karşı çıkan) bazı gazetecilerin hüviyetleri tesbitle, yalnız hükûmetçe, onların meçhul katiller tarafından öldürülmüş olması o vakitler bile bu hürriyete bir “yasak ve tehlikeli yemiş” çeşnisi vermişti. Sonradan Mahmud Şevket Paşa’nın katlile başlıyan tedhiş, bunu takib eden örfî idareler ve Birinci Umumi Harb ( Birinci Dünya Savaşı) matbuatta hürriyet bırakmadı. İstanbul’un işgali sırasında ise yabancı sansür çalışırken böyle bir hürriyetin bahis mevzuu olması akla gelmezdi.

Denecek şudur ki tarihimizde basın hürriyeti ve basın hürriyetinin münakaşaları ancak Cumhuriyet devrinin tezahürleridir.

Bir gazeteci olarak itiraf etmek zorundayım ki Meşrutiyet’in ilk aylarında bizde hüküm sürmüş olan başıbozuk basın hürriyeti fırtınasını ve onun acı akıbetlerini -çocukluk çağında da olsa benim gibi görmüş olanlar- böyle hudut tanımıyan, hattâ daha doğru ifade ile başkasına hürriyet tanımıyan şirazesiz (kişi veya fikrin yanlış noktaları temel almasından ötürü, çıkarımlarının da yanlış olacağını belirten deyim) bir basın hürriyetine taraftar olamaz ve bundan memleket için hayır bekleyemez. Bir taraftan bu, bir taraftan da –aman ters bir şey yazıp nazik olan vaziyeti hırpalamıyalım- kaygusu çok defa kalemlerimizi belki “müdiran-ı umurun”(yönetimdekilerin,yönetenlerin emir niteliğindeki işleri) istediklerinden fazla kasmaya sevk etmiş ve bu itiyat bazen en masum ve dikensiz mevzulara bile ilişmede bir ödleklik doğurmuştu. İşte yukarıda bizi heyecana düşürdüğünü söylediğim müjde ve münakaşalar bu ödlekliği biraz hafifletmiş ve bizi bu sebeble sevindirmiştir. İşin ruhî tarafını böylece izahtan sonra asıl mevzuya (konuya) girebiliriz:

Basın hürriyeti, her hürriyet gibi başkasının hürriyeti ve haysiyeti hudutuna tecavüz etmedikçe lüzumlu, mükemmel ve hayatî bir şeydir. Delhi kalesi, Ekber Şahın mezarı, Şah Cihan’ın Sarayı, Taç Mahal gibi hayretle gördüğümüz güzel şeyler arasında Hindistan’da karşılaştığımız matbuat basın )hürriyeti de bizi o âbidelerden daha az hayrete düşürmüş değildi. Sorduğumuz zaman anladık ki 400 milyon nüfusu 40-50 bin Britanyalı ile idare eden zümrenin Hindistan imparatorluk hükûmeti matbuat(basın) hürriyeti sayesinde herkesin, her liderin, her zümrenin fikri ve zikri ne olduğunu kolayca, hafiyesiz, espiyonsuz öğrenmekte; fakat bu fikirlerin düzeni bozacak bir hareket haline geçmesine asla müsamaha etmemektedir.

Bundan bir kaç ay evvel kendisiyle görüştüğüm bir Bakanı’mız bana İstanbul’da birçok dedikodular olduğunu söylediği zaman şu cevabı vermiştim:

— Doğrudur. Her büyük ve hareketli şehir gibi İstanbul’da da her konu üzerinde rivayetler, tevatürler olur. Bunları azaltmanın yegâne yolu o dedikodu mevzularını basına intikal ettirmektir. Çünkü iki türlü gazete vardır: Birisi basılmış, diğeri basılmamış gazete.. Bir haber veya bir şayia basılmış gazeteye giremedikçe basılmamış gazeteye akar.. Bu basılmamış gazetenin de ne matbuat kanunu, ne mes’ul müdürü, ne mes’uliyeti vardır. Öteki ise her şeyi tartılı ve hesablı yapmağa, altına imzasını attığı şeyin mes’uliyetini düşünmeğe mecburdur. Düşünmezse kanunlar adama kaybettiği yolu buldururlar.

Basın hürriyeti mevzuunu bir akademik konu olarak kısaca mütalea eden bu satırlara nihayet verirken her iyi şey gibi basın hürriyetinin de fena kullanılmasından doğacak kötülükleri idrak etmez değilim; lâkin bunları düşünürsek dünyada hiçbir hürriyet, hattâ hiçbir nimetten istifadeye imkân kalmaz. Bu nimetleri mukaddesatı arasına sokmuş olan her cemiyet mahzurlarını da giderecek tedbirler almıştır. Bütün basın hürriyeti taraftarları gibi biz de bu nimetin verimli olması için bu tedbirlere taraftarız. Elverir ki bunlar idarî olmaktan ziyade adli olsun..

Almanya’da biraz hür bir matbuat olsaydı o güzel ve mamur memleket bugünkü elim ve harab hale acaba düşer miydi?

Yazımı bitirirken bize bunları söylemek fırsatını veren ve -harb sıkışıklığı kalktıkça- ileride memlekette demokratik esasların ve fikir hürriyetinin daha ziyade gelişeceğini vâdeden ariz Millî Şef’e, basın hürriyetini öven Büyük Millet Meclisi’ne ve buna taraftar olduğunu her fırsafta söyliyen hükûmete meslek namına teşekkür etmeyi vecibe bilirim. Nâçiz ve âciz bir kalemin bu içten şükranlarını Iûtfen kabul buyursunlar. Gerçi bunlar değersiz şeylerdir. Fakat çok samimidir.

B. FELEK