Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Bektaşi fıkraları

Bektaşi fıkraları

Cumhuriyet
Yayın Tarihi: 06.07.1943
Sayfa: 3
Hadiseler Arasında FELEK

Bektaşi fıkraları

Ben bibliyografya yapamam. Buna ne sabrım, ne de kudretim müsaittir. Onun için
şimdi şuracıkta yazacağım satırları bu neviden bir tenkit sanmayınız.
Piyasada üzerinde kâh umacıya benzer bir derviş, kâh bir kılıksız dilenci resimleriyle
«Bektaşi fıkraları» ünvanı altında satılığa çıkarılmış, kitapcıklar var.
Bunları şöyle gözden geçirdim ve açık söylemeyi sevdiğim için derhal diyeyim:
Hoşuma gitmedi. Eserlerin fena veya iyi yazılmış veya basılmış olması bakımından değil de
«Bektaşi fıkrası» denilen mevzuun iyi anlatılamamış ve anlaşılamamış olmasından ötürü.
Bilmeliyiz ki: bizim halk felsefesini, halk mantığını ve halk müşahedesini belirten ve
yaşatan iki ölmez kıymetimiz vardır: Nasreddin Hoca ve Bektaşi fıkraları.
Milli şuurun asırlardan beri İbda ettiği (yoktan var ettiği) bu fıkralar o kadar kuvvetli
ve sarsılmaz hakikatleri ve müşahedeleri(gözlemleri) ihtiva etmektedirler ki, ekserisini birçok
dünya dillerine çevirmiş, hatta bizdekilerden daha mükemmel ve sahih eserler vücude
getirmişlerdir.
Başkalarının bizim milli malımıza karşı gösterdikleri bu hürmet ve anlayışı bizim kendi
malımıza hiç değilse onlar kadar göstermemizi istemek aşırı bir dilek teşkil etmez değil mi?
Şimdi bunu bir kalem çırpıştırdıktan sonra Bektaşi fıkralarının mahiyetini benim
anladığım gibi inceleyelim.
Evvelâ şunu söyliyeyim: Bektaşilik belki bir mezheb genişliğidir. Bektaşiler içinde belki
pek çok günahkârlar vardır. Lâkin Bektaşi olmayanlar içinde ne var biliyor muyuz? Onun için
ben, hiçbir münasebetim olmadığı halde vaktiyle softaların bu adamlar hakkında:
— Zındık herifler! diye hücum edişlerini beğenmezdim. Çünkü her şeyden evvel
Bektaşinin taassuba karşı bir adam olduğunu bilirdim. Taassub da, her ne bahiste olursa
olsun, en içerlediğim şeydir.
Bence Ortaçağda doğmuş olan Bektaşilik Türk dehasının taassuba, mantıksızlığa,
haksızlık ve ahlâksızlığa karşı kullandığı silâhtı. (Bu silâh sonradan belki körlenmiş,
paslanmıştır) Onun için Bektaşi fıkraları tuhaf değil daima ince bir istihza ile keskinleşmiş,

zarif birer tenkit ve hicivdir ve bundan dolayı da son derece kısa ve vecizdir. Halbuki yeni
eserlerde bunlar, sahife doldurmak için o kadar şişirilmiş ve bu arada Bektaşilikle
münasebeti olmayan öyle parçalar ilâve edilmiş ki milli kıymetlerimizden olan bu vesikalar
hüviyetlerini ve vasıflarını kaybetmişler. Böyle olmaması lâzımdı.
Bu münasebetle size bir iki Bektaşi fıkrası:
Bektaşi dervişi mevlevi arkadaşına sormuş:
— Sizin tarikaın ayini nedir?
— Biz Allah der döneriz. Sizinki nedir?
— Biz Allah der dururuz.


Bir diğeri:
Bektaşi imama sormuş:
— İmam efendi aptessiz namaz olur mu?
— Olmaz.
— Ben kıldım, oldu.


Ve bir üçüncü ve sonuncu:
Mısır’da Hidiv’in sırmalara garkolmuş köleleri geçiyormuş, Palâspare bir Bektaşi
sormuş:
— Bunlar kim?
— Hidiv’in kulları..
Başını hafifçe eğip göğe bakarak:
— Yarabbi bir Hidiv’in kullarına, bir de kendi kullarına bak! demiş.


Bektaşi fıkrası üç satırı geçince kıymetini hatta vüsukunu(sağlamlığını) kaybeder.
Eyvallah erenler!

B. FELEK