Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Bize bir türkü lazımdı (Milliyet Magazin)

Bize bir türkü lazımdı (Milliyet Magazin)

Milliyet Magazin

Yayın Tarihi: 07.01.1979

Sayfa: 16

Geçmiş Zaman Olur ki

(1928 Amsterdam Olimpiyatları)

Bize bir türkü lazımdı

Benim hatıralarımı sınıflandırırsak, mahalle hayatı, mektep hayatı, spor hayatı, gazetecilik hayatı fasıllarına ayırabiliriz. Spor bahsi her cephesiyle ömrümün en büyük kısmını kapsadığı için de, bunun hatıraları ötekilere göre daha çoktur. Ama belki hepsi ömrüm için ilginç olmayabilir.

Bugün size anlatacağım anılar, tam 50 senelik, yani 1928 yaz mevsimine tesadüf eder. 1928 senesinde Olimpiyat Oyunları Hollanda’nın Amsterdam şehrinde yapıldı. Bu oyunlar, Modern Olimpiyatlar’ın dokuzuncusuydu. Biz, Türkiye olarak bu oyunlara futbol, güreş, atletizm, halter dallarında girmiştik. Eskrim ve bisiklet var mıydı hatırımda değil. Bu seyahatler eskiden tren veya vapurla yapılırdı. Biz uçakla seyahate 1948 Londra Olimpiyatları’nda başladık ve hususi iki tayyare kiraladık. Adam başına gidip gelme o zamanın parasıyla bin liraya yakın para ödemiştik.

Neyse, gelelim 1928 Olimpiyatları’na… Seyahatler uzun sürdüğü için, müsabıklar yorulup formlarını kaybetmesinler diye seyahatleri çok iyi şartlar altında tertip ederdik. 1928 Olimpiyatları’nın yapıldığı Amsterdam şehri de, Avrupa’nın en batısında Şimal Denizi (Kuzey denizi) sahilinde bir şehirdi. Denizden gitmek en azından 10 gün alırdı ve pahalı olurdu. Çünkü Cebelitarık Boğazı’ndan Atlas denizine çıkılacak ve Manş denizi geçilerek oraya varılacak. Tren de, uzun ve yorucu olacaktı. Bundan ayrı olarak benim 1924 Paris Olimpiyatları için düşünüp tatbik ettiğim hazırlık ve forma girme kampını o devrin şartlarına göre, Türkiye’de yapmak hem zor, hem de faydasız oluyordu. Çocuklar kamptan kaçıyorlardı, disiplin kurulamıyordu. Onun için ben, asıl Olimpiyat kafilesi olan futboldan gayri sporlara katılacak sporcuları içeren kafilenin Budapeşte’de Macarların hazırlık kampında çalışmalarını tezgâhladım. Bu kamp bize, Türkiye’den daha ucuza mal oluyordu. Çünkü biz, Macarların bütün sportif vasıta ve hocalarından istifade ediyor, yalnız Peşte’de kaldığımız otelin ücretini ödüyorduk. Bu da o devrin Macar parasına göre 2 yataklı odalarda kalmak şartıyla tam pansiyon 38 pengö idi. Şimdi bu para var mı ve bize göre ne eder bilmem. Ama ucuza geldiğini iyi hatırlıyorum.

Futbol turnuvaları 1924’de Paris’te olduğu gibi, asıl Olimpiyat Oyunları’ndan evvel ayrıca yapılırdı. Ve asıl Olimpiyat Oyunları’na 16 takım kalırdı. Bizim kafileyi rahmetli Beşiktaşlı Şeref —ki, Futbol Federasyonu Umumî Kâtibi idi— aldı. Çekoslovakya’ya götürmüştü ve kendine göre tertip ettiği bir program mucibince orada kamp kurup haftada üç defa bir köy veya kasaba takımıyla maç yaptırmıştı. Hâlbuki bizim bildiğimiz büyük müsabakalara girecek müsabıklar en az iki hafta müsabaka yapmamalı ve oyuna iştahlanmalıdır. Bizimki tersine oldu. Çocuklar futboldan bıktılar ve ilk rakibimiz Mısır Millî Takımı’ na 7-1 yenildilerdi. Biz, yani ikinci kafile futbolcular memlekete döndükten sonra, Amsterdam’a, daha dorusu ilk kamp yerimiz olan Peşte’ye hareket ettik. Kafilede benim hatırımda kalan idareciler, Güreş Federasyonu Reisi Ahmet Bey merhum, aziz arkadaşımız Adil Giray Bey, bendeniz ve mutemet olarak da Göztepe’nin Hilâl kurucularından ve idman Cemiyeti faal erkânından Fethi Tahsin Bey merhum vardı. Kafilede gazeteci olarak da Spor Âlemi sahibi Çelebi Sait merhumla Kırmızı-Beyaz dergisi sahibi Talât Mithat merhum vardı. Antrenörlerden Macar Raul Peter’i iyi hatırlarım. Atletizm antrenörü Abraham da vardı sanırım. Başka kimseyi hatırlamıyorum.

 Yalnız kafilenin 24-25 kişi kadar olduğunu biliyorum. Müsabıklardan Çoban Mehmet, Küçük Burhan, Tayyar merhum ve Nuri Boytorun, Saim’i hatırlarım. Atletler Semih, Mehmet Ali, Enis, Haydar, Besim, Gülleci Cemal merhum… Daha vardı ya!

Biz, İstanbul’dan vapurla Köstence’ye, oradan trenle Bükreş’e, Bükreş’ten de trenle Peşte’ye gittik. Peşte’de doğu istasyonuna karşı Park Otel adında bir güzel otelde kaldık. 18 gün orada Macarlarla çalıştık. Bize Macar Demiryolları Spor Kulübü olan zengin bir kulüp, (galiba MTK) dostluk gösterdi. Bütün çalışma imkânlarını hazırladı. Macar federasyonları da tamamen kardeşçe yardım ettiler. Adamlardan çok istifade ettik. Hatta biz oradayken Olimpiyatlar’a katılarak Macar atletlerini hazırlayacak Macar Milli Atletizm Şampiyonası’na bizim Ömer Besim de iştirak etti ve 800 metrede Macar şampiyonu Barji adındaki meşhur atletin 4 metre gerisinde Macaristan ikincisi oldu. Adamlar madalyayı Besim’e verdiler. Yani, millî bir şampiyonaya bir yabancı atlet kabul ettiler ve ona derece verdiler. Övünerek söyleyebilirim ki, kafilede disiplin tamdı. Hatta Peşte’de muhtelif sebeplerden dolayı üç müsabıkımızı Memlekete iade etmiştik. Onlar da bunu teessürle, fakat itirazsız kabul ettilerdi. Birisi, idman esnasında bileği incinmiş ve güreş tutamayacak hale gelmiş olan Muhafızgücü’nden Mustafa adında bir pehlivandı. Öteki de, bizim eski atletlerimizden dostumuz ve arkadaşımız Kolejli sürat koşucusu Enis’ti. Enis’in beli ağrıyor ve koşamıyordu. Üçüncüsü de, galiba Beşiktaşlı üç bin metreci Kekeme İbrahim’di. Enis, uzun zaman sonra bizi gördükçe:

— Amsterdam’ı görmemize bile müsaade etmediniz! diye sitem eder duyurdu.

Peşte’de mümkün olduğu ve gücümüz yettiği kadar hazırlandık. Ama bizim o senelerde sporun hiçbir dalında iddiamız yoktu ve olamazdı. Biraz ümitli olduğumuz futbolda da, Zeki, Bekir vs. bütün yıldızlardan mürekkep en iyi takımımıza Mısırlılar 7 gol atmışlardı.

Peşte’den Amsterdam’a geçmek için seyahat programını Almanya’nın Passau şehrine kadar giden Tuna vapurlarıyla yaptık. Bu seyahat, dünyanın en güzel, rahat ve keyifli seyahatlerinden biri oldu. İskele iskele uğrayarak güzel Tuna kıyılarını gezdiren vapurda servis o zamanın yataklı vagon şirketine verilmişti. Biz Peşte’den Passau’a kadar, ne kadar zamanda gittik bilmiyorum ama vapurda bir gece kamarada kaldık.

Peşte seyahatinde bizi en çok düşündüren güreşçi merhum Tayyar oldu. Çünkü Tayyar’ın boyu ve kemik çatısı itibarıyla güreş sıkleti ancak 62 kiloydu. Ama Tayyar 80 kilo geliyordu. Aradaki 18 kiloyu eritmesi lâzımdı. Bu çocuğun her gün ağustos sıcağında palto ile iki saat koşması ve terleyerek, gene de idmana devamı beni endişelendirdi. Macar teknik adamına bu işin Tayyar’ı yorup sıhhatini bozup bozmayacağım sordum. Bana:

— İki defa arka arkaya iki güreş çıkarırsa bir şey kaybetmiyor demektir! dediler.

Tecrübe ettik. O zaman güreşler 20 dakika sürerdi. Tayyar iki güreşi çıkardı ve Amsterdam’da normal sıkletine düştü. Ama Tayyar, 40 yaşlarındayken kalp sektesinden vefat etti. Uzun sporculuk ve idarecilik hayatımda rastladığım Türk veya yabancı en mert ve terbiyeli sporculardan biriydi.

Neyse, Almanya’nın Passau şehrinden trenle Amsterdam’a gittik. Orada futbolcularımızın kaldığı pek güzel bir lüks otelde kaldık. Hepsi tamam. Asıl anlatacağım nokta bu değil. Yabancı sporcular bizi gördükleri veya vapurla, yahut trenle geçerken bayrağımızdan veya trene gerdiğimiz “Olimpiyat Türk Kafilesi” pankartından bizi tanıdıkça, birtakım sporcu marşları ve türküleri söylüyor, bizse, onlara mukabele edemiyorduk. Kafile idarecileri olarak, pek mahcup oluyorduk. Ahmet Bey’in teklifi ile hepimiz İstiklâl Marşı’nı talim etmeye başladık. Doğrusu beceremedik. Sonra sporcuların şarkıları, millî marşları da değildi. Biz onlara millî marşla mukabele edersek, belki de tanımayacaklar, layık olduğunca hürmet gösteremeyeceklerdi. Onun için, düşündük taşındık, ben de dahil olduğum halde, çoğu sporcuların bildiği bir curcuna türküyü kendimize Sporcu Marşı yaptık. Kim anlayıp, kim ne diyecekti! Şarkı şu idi:

“Hamsi koydum tavaya

Hamsi koydum tavaya

Sıçradı gitti havaya ha – ha havaya

Sıçradı gitti havaya ha – ha havaya

Gittii de gelmez o kız buraya

Aman Mino Mino, Canım Mino Mino

Mino Kuzum, Mino Mino

Papazın kızı, hoh Papazın kızı”

Aman efendim, bu öyle bir beğenildi, o kadar sevildi ki, lâflarını bilmeden bütün yabancı sporcu arkadaşlar, bu bizim uydurma türküyü bizimle beraber her yerde tekrar eder olmuşlardı.