Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

«Doğmayan hürriyet» (Cumhuriyet)

«Doğmayan hürriyet» (Cumhuriyet)

Cumhuriyet

Yayın Tarihi: 24.06.1958

Sayfa: 3

Hadiseler Arasında FELEK

«Doğmayan hürriyet»

Biz tarihimizi hep iktidar ağzından dinleyip öğrenmeğe alışmış milletiz. Hâlâ Osmanlı tarihinin binbir faciasından biri üzerinde durup Padişahı, Şeyhülislâmı, Veziri itham veya tenkit ettiğiniz zaman size ters ters bakarlar. Sanılır ki âlemin bildiği rezalet ve fecaatleri, biz bilmezsek, bilip de söylemezsek hakikatler değişecek ve bizim bazen yerli, bazen yersiz gururumuz okşanacak! Gaflet!

Osmanlı tarihinin «vak’anüvis» leri yani hâdiseleri hükümet ağzından deftere yazan memurları vardı. Tarihlerimizin çoğu bunların eseridir. Onun için bu eserler çok defa hakikatleri değil vak’aların hükümete uygun şekilde hikâyesini ihtiva eder. Hele tenkit ve tahlil ruhundan tamamen uzaktır. Hakkını söylemek lâzım gelirse bunlar arasında bir iki tane cesur ve doğru söyleyenler de çıkmıştır; fakat nadirattandır.

Yani biz tarihimizi daima iktidarın ağzından öğrenmeğe alışmışız. Osmanlı tarihi üzerinde ciddi tetkikler ve çalışmalar ancak son yarım asırda mümkün olabilmiştir. Bu arada bilhassa Ahmet Rasim merhumun Osmanlı tarihi, hadiselerin hakikatine nüfuz ve onları tahlil ve tenkit bakımından kıymetli bir eserdir.

Osmanlı tarihinin, Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle karışan elli senelik şu son devrinde yaşayanlar, Türk tarihinin hâdisat bakımından en hareketli devrini görmüşlerdir. Düşününüz ki bu satırları yazan Sultan Hamit devrinden, Cumhuriyetin üçüncü Cumhurbaşkanına ve Osmanlı – Yunan harbinden, İstiklâl savaşına kadar neler görmüştür?

Bu gördüklerimizin tarihi yazılmış mıdır?

Hâlâ Sultan Hamid’in 31 Mart hâdisesinden dolayı tahtından indirildiğini yazan tarih kitapları çoktur. Çünkü İttihatçıların o zaman çıkardıkları «efsane» tarihe mal oluvermiştir. Biz tarihi iktidar ağzından öğrendiğimiz için onu bir türlü değiştiremeyiz. Tarihimizde gördüğümüz aksaklıklar, isabetsiz kararlar, meşum (uğursuz) hükümler, hatta hıyanetleri ortaya döküp tenkit etmeyi âdeta milliyet ilmihâline (durum bilgisine) karşı sayarız. Bu ne kadar aykırı, ne kadar kötü ve batıl kanaattir. Bir milletin tarihi onun hayatındaki faaliyetinin bilânçosudur. Bunu iyi yapmışsa iyi, kötü yapmışsa kötü olarak tanzim etmek dururken hep iyi tarafları gösterip kötüsünü sakınmak, milleti aldatmak ve tarihte yapılmış ve neticesi kötü çıkmış sakatlıklardan, gelen nesilleri tahrir etmeyerek (araştırmaadan) onları da aynı hatalara düşmek yoluna gütmek değil midir? Bu böyledir ve bu fena bir yoldur.

Tarihte büyük adamlarımız vardır. Onların küçüklükleri vardır. Tarihte bize hizmet etmiş vezirler, müftüler vardır. Bunların da başlarından büyük hataları vardır. Biz bunları olduğu gibi mütalaa etmeye (irdelemeye, müzakere etmeye) mecburuz ki; bugünü doğuran hâdiseleri hakkı ile öğretelim. Her şeyde olabilir, ama tarihte tahrifler (değiştirmeler), tarihte sansür olamaz. Çünkü bu, yaşayan neslin malı değildir. Geçen neslin gelecek nesle vermek üzere ona emanet ettiği şeydir. Emanete hıyanet edilemez.

Son elli senelik tarihin bizde hâlâ yazılamadığını söylemiştim. Bunun sebebi, onu yapmış olanların hâlâ yaşamakta oluşudur, böyle bir şey yazılsa, hâtırat olur. Nitekim Sultan Hamit, Meşrutiyet hatta Cumhuriyet devri erkânından bir çokları bu elli senenin muayyen parçaları ile alâkalı hâtıralar yazmışlardır. Bunlar, bir çok diğer yazı ve matbualarla birlikte asıl tarihin hammaddesini teşkil edecektir.

Bir devri yaşamış olanların onun tarihini yazamamalarının başka sebepleri vardır. Bir kere içinde bulunduğu için hâdiseleri zaman mesafesinden faydalanıp tam şekliyle ihata edememek (kavrayamamak) kusuru ile malûl sayılır. İkincisi gene içinde yaşadığı hâdiselerin kahramanları ve alâkalılarının yüzüne karşı, gördüğü sakatlıkları takır takır söyleyip onları tarih bakımından ithama herkesin belki yüzü tutmaz.

Bunun içindir ki, İkinci Meşrutiyet (1908-1918) ve daha doğru tabirle İttihat ve Terakki devrinin tahlili ile bir tarihi yazılmış değildir.

Bunu bir Türk ihtilâlcisi bu satırlara başlık olarak aldığım «Doğmayan Hürriyet» adı altında yazmağa teşebbüs etmiş ve mütalaa (irdeleme) ve tenkit (eleştiri) âlemine kendinin de bir ihtilâlci olarak içinde yaşadığı bu devirde Frenklerin ‘a bâton rompu’ (düzenli, sistematik akışın dışında) dedikleri tarzda yer yer, vak’a vak’a ele alarak yazmış ve hükümlerini de vermiştir.

Ben bu ihtilalciyi, kendi eserinde de yazdığı gibi Meşrutiye’tin ilk aylarında tanıdım. Bu kişi, on senelik kısa ve kesif devirde her an patlamağa hazır bir bomba idi. Taklib-i hükûmetten, merkez-i umumiyi kundaklamaya kadar yapmadığı ve müebbet kalebentlikle bodrum zindanlarına atılasıya kadar çekmediği kalmadı. Hayatı roman mevzuu olsa muharririne fantezist dedirtecek kadar çetin, iniş çıkışlı ve çetrefil vak’a ve hâilelerle (acıklı olay) dolu olan ve zannederim Meşrutiyet devrinin şimdi yegâne sağ, hayatta olan bu Türk ihtilâlcisi eserini yazarken, yaşadığı o devirde atmadığı bombaları bu eseriyle tarih alanına atmıştır. Eseri okuyanlar, Meşrutiyet devri hâdiselerinin mahiyetlerini bu ihtilâlcinin gözü ile görünce ona başka manalar vereceklerdir.

Hâlâ döküntüleri mevcut olduğuna şüphe edilemeyen İttihatçılar belki bu eseri bitaraf olmamakla itham ederler. Zaten muharrir -Hasan Amca- mukaddemesinde (önsözünde) bunu:

“Bizzat yaşadığı günleri ve bunların arasında rol aldığı vakıaları yazarken, onları sadece bir müşahit (gözlemci) gibi tasvir ederek açık ve hakiki bir tablo vermek ve hükmü okuyucuya terk etmek hâtıra gelebilir. Bunu bana tavsiye edenler olmadı değil. «Vakıaları naklet! Hükümleri okuyucuya bırak!» dediler.

Bu Kolay yapılabilir mi? Bu tabloyu ben resmedeceğime göre; bunu okuyucuyu kendi görüşüme göre bir hüküm vermeğe sevk edecek edada resmetmeyeceğimi temin etmek mümkün olur mu?

Bana öyle geldi ki, bizim vazifemiz vakıaları anlayış ve muhakemelerimizle beraber bir sonraki nesle terk etmek, işin en doğrusudur. Bunun mesned ve sebeblerini inceleyerek hakikate varmak onlara kalan bir vazifedir.”

Sözleriyle izah ediyor.

Eser son derece canlı ve şüphesiz -ilk elden çıktığına göre- yüzde yüz hakikattir. Hükümleri vesikaya müsteniddir (dayanır). Vesikalar da sıhhatinde şüphe olmayan şeylerdir.

«Doğmayan Hürriyet» Türk tarihinde acı hakikatleri korkmadan söyleyen bir eserdir. Meşrutiyet devrini, hatta bugünün rejim bocalamalarını anlamak isteyenler bu ihtilal tarihini okumalıdırlar.

B. FELEK