Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Doktor Fahrinayt

Doktor Fahrinayt

Doktor Fahrinayt

Bu anlatacağım 15 – 16 sene evvelki bir hikâyedir. O zamanlar bana bir evham gelmişti: Her gün peşimde bir takım adamların beni takib etmekte olduklarını sanırdım. –Ara sıra bu his gene geliyor!- Onun için pek tenha yerlerde dolaşmam, arkama sık sık döner bakar peşimde kimse var mı diye kontrol ederdim.

Gene böyle bir gün, bir kış günü, gazeteden çıkmıştım. Postanenin önüne geldiğim zaman arkamdan birinin yürüdüğünü hissettim.

— Bakalım, tesadüf mü, yoksa takib mi? diyerek postanenin arkasına çıkan yokuşa tırmandım. Yokuşu bitirip arkadaki Âşirefendi caddesine çıkarken döndüm, baktım… İki, üç kişi geliyor; ama karanlıkta pek seçemedim. Sultanhamamı’na doğru yürüdüm. İçlerinden ikisi de benim tarafıma saptı.

Oradaki arabaların arasından sıvışarak Sultanhamamı’na geldim. Meydandan hemen karşı tarafa geçip Alacahamam’a çıkan caddeye vardım… Dönüp baktığım zaman birisi muşambalı, birisi paltolu iki kişinin birbirinden bir, iki metre aralıkla arkamdan gelmekte olduklarını gördüm. Adımlarımı sıklaştırdım. Alacahamam’ı geçip Mısır çarşısının arka kapısına varan caddedeki kalabalığa karıştım… Yürüdüm… Yürüdüm… Mısırçarşısı’nın arka kapısından içeri girdim ve Tahmis sokağının ağzına bakan kapıdan çıktım .. Balıkpazarına doğru döndüm… Yemişçileri, manavları geçerken arkama baktım .. Kimse  yok!. Hah… Demek ki herifleri ekmişim…

Oradan Balıkpazarı, Eminönü, Köprüye geldim… Niyetim Tünele kadar yürümek… Köprüde rahatça yürürken yanımdan siyah paltolu birisi geçti ve adımlarını benimkine uydurdu. Sağ açığımda, iki metre İleriden yürümeye başladı.. tanıdım. O herif… Durdum.. arkama baktım… Yağmurluklu birisi durmuş, Haliç tarafında denize bakıyor, ama ortalık zifiri karanlık.. ne görür denizde..

Ben kat’i bir kararla Üsküdar – Kadıköy iskelelerinin yolcu kalabalığına karışmak için karşı tarafa geçmeye karar verdim… Ve bir kolayını bulup karşı tarafa seğirttim… Hemen önümdeki merdivenden de Kadıköy iskelesine indim.. biraz yürüdüm… Döndüm arkama baktım.. kimse yok.. oh rahat… Hemen ilk merdivenden tekrar Köprüye çıktım.. Bir kaç adım attım. Şimdiki Ziraat Bankasının önüne geçtim… Sık adımlarla yürüdüm… Tünele geldim… O zaman tramvay pasolarımız vardı. Turnikeye uğramadan Tünele girdim… etrafıma baktım.. kimseler yok… Kayışa yapışıp ayakta dururken arkadaki arada iki kişinin, aradaki camlardan beni gözetlediklerini gördüm. Birisi muşambalı, öteki siyah paltolu.. Demek ki takib ediliyordum.. Ama bu nereye kadar böyle devam edebilirdi? Asabım bozuldu. Kimdir? Neden peşimden gelirler?. Polise haber vereyim mi? Ya gelenler polis ise… Olacak şey değil…

Tünelin üst başına çıktık. Ben bu sefer ağırdan aldım. Herkes çıksın da ben sonra çıkayım, dedim, bekledim… Araba boşalırken çıktım.. yolcuların kalabalığı geçmişti. Yavaş yavaş yürüdüm… Beyoğlu Tünel meydanına çıktım.. İki tarafıma baktım kimse yok, karşıya geçeyim dedim. Tam yolun orta yerinde iken, abdesthaneler tarafından iki kişi geldiğini gördüm. Birisi siyah paltolu, öteki muşambalı… Aldı beni bir korku. Oradan Tünel pasajına girdim.. koştum.. arka kapıdan çıktım, sola aşağıya döndüm… tramvay caddesine çıktım.. ne yapacağımı şaşırmıştım. Tekrar Tünel tarafına döndüm.. merdivenleri tırmandım. Tünelin makine dairesine girmek üzereyken aklım başıma geldi..

— Burada ne arıyorsun? Tünele suikasd mi yapacaksın? diye yakaladılar mı, artık sen yanlışlıkla girdiğini anlat bakalım, dinleyen olursa!.

Oradan tersyüzü soldaki sokağa saptım.. köşeyi dönerken baktım, ileriden siyah paltolu gözetliyor… Hızla yokuş yukarı yürüdüm.. ve sağdaki açık kapılardan birine girdim… Bir tahta merdiven, bir de çipil ampul… merdiveni çıktım.- çıplak ve küçük bir sofa.. kapılar kapalı.. ve şüpheli… İkinci katın merdivenine başladığım zaman birinci merdivende sıkı sıkı ayak sesleri gelmeğe başladı. Ben merdiveni daha çabuk çıktım… Bir sofa, üç kapı.. birisinde bir levha var.. okumaya lüzum görmeden açtım ve girdim. Kimseler yok. Zaten küçük methal gibi bir şey.. vestiyerde bir kaç şapka,  bir kaç palto asılı.. iki yanda iki kapı.. sağdakini açtım.. bir büro.. ama kimse yok.. karşıda bir kapı var, girdim.. büronun karşısına oturdum. Soğuk da bir oda.. biraz nefes aldım.. on dakika kadar geçti.. düşündüm.. vaziyetim gayet acayib… Birisi:

— Ne arıyorsun burada, derse; ne cevab verebilirdim. Herhalde bizim takibçiler de izimi kaybetmişlerdir.. çıkıp gitmem lâzım.

Yavaşça kalktım.. kapıya doğru yavaşça yürüdüm, hafif açtım ve methale çıktım.. oradan da kapıya doğruldum.. açtım… Sofaya çıktım.. kapıyı yavaşça kapadım… Oh, kurtuldum demek. Hemen merdivenlere koştum ve inmeye başladım.. kendimde bir hafiflik hissediyordum. İnsan telâşlandığı zaman muhakeme berraklığını muhafaza edemiyor. Ben de takibden kurtulmak için münasebetsiz bir duruma düştüğümün farkına sonradan varmıştım. Çok şükür bu vaziyetten sıyrıldım. Birinci katı indim, ikinci katı da iniyorken aşağıdan sesler geldi. Durdum. Beni kovalayanlar olmasın!. Olur mu olur. Çünkü en ummadığım yerde herifler karşıma çıkmıştılar. Yaklaşan sesleri dinledim. Gerisin geriye dönmek mi? Yoksa hızla aralarından kaçmak mı lâzım, diye düşünürken gelen sesler içinde bir kadın sesi de bulunduğunu görünce biraz ferahladım, yürüdüm.. dördüncü basamakta, aşağıdan gelenleri gördüm. Bir kadın, iki erkek… Merdivenin loşluğunda çehreleri pek iyi seçilmemekle beraber Fransızca konuştuklarına göre bizimkiler olmadıklarına karar verdim… Önde kadın, arkada erkekler, hizama gelince kenara çekilip yol verdim. Kadın önümden geçerken yüzüme baktı.. ve durdu.. erkekler de durdular. Yolum kesik olduğu için ben de inemedim. Kadın beş saniye kadar yüzüme baktıktan sonra birdenbire Fransızca:

— Şeri, bu ne güzel sürpriz.. dedi… Ve arkasındakilere:

— Ben size söylemedim mi? Günün birinde gelecektir; diye… Ve gülerek:

— Ne kadar sevindim, bilmezsin! Bütün o eski hâdiseleri artık unuttum.. haydi gel… Ben doktora gidiyorum. Seni tanıtayım…

Ben şaşırdım…

— Madam! Zannederim bir yanlışlık var. Ben sizi tanımıyorum…

— Hadi hadi! Bırak o eski tavırları artık.. her şeyi unuttum diyorum. Sen de unut! Bundan sonra hayatımızı tanzim edeceğiz. Ben miras meselesini de hallettim. Altı ay uğraştım ama çok şükür bitti. Neler neler.. sana anlatacaklarım var.. hadi çıkalım ..

— Madam.. ciddî söylüyorum, sözlerinizden bir şey anlayamadım.. siz beni tanıyor musunuz?

— Hep o hal.. deli olacağım.. neden böyle yapıyorsun Şeri.. öleceğim vallahi .. Tekrar beni intihara mı sevk edeceksin… Haa! Sahi.. Sen onu da bilmiyorsun!. Gel de doktorun yanında daha iyi görüşürüz. Arkadakilerden meded aramak için yüzlerine baktım.. ikisi de başlarını tasdik yollu salladılar. Hallerinde bir nevi rica edası vardı. Bir şey söylemeden tersyüzü döndüm.. hep birlikte merdiveni çıkmaya başladık… Kadın:

— Of, bu merdivenlerden kalbim duracak… Ama artık o eski yorgunluğum kalmadı. Kendimi o kadar dinç, o kadar genç hissediyorum ki…

İçimden:

— Hay Allah cezasını versin! Bu ne maceradır diyerek merdivenleri çıktık… İkinci kata vardık… Benim daha evvelden girip sonradan kaçtığım daireye geldik. Kadın kapıyı açtı ve girer girmez:

— Doktor, doktor!. Müjde! Salamon’u buldum; şimdi buradan çıkıyordu.. Şüphesiz beni beklemiş.. Nereden de buraya gelip gittiğimi öğrenmiş.. şaşılacak şey? (Bana) sahi nereden öğrendin?

Ne cevab vereceğimi şaşırdım.. gülerek başımı salladım..

— Sırlarını kimseye söylemezsin değil mi?. Ama artık bütün bu saklambaç oyununa lüzum kalmadı. Bir kere ben o herifi sepetledim.. şimdi artık ortada bir mâni de yok.

Bu sözler söylenirken soldaki kapı açıldı. Kısaca boylu birisi çıktı. Kadın onun elini sıktı ve beni göstererek:

— İşte Salamon geldi.. (bana da) doktor Fahrinayt, ruh doktoru.. dedi… Adamın elini sıktım.. yüzüne baktım. Gülerek:

— Teşekkür ederim.. Bizi ne kadar endişelere soktunuz.. ama artık hepsi geçti. Değil mi madam..

— (İçini çekerek) geçti, evet geçti.. şimdi artık geçenleri düşünemem… Aman içeri girelim de bize birer kahve ısmarlayın doktor….

Doktorun odasına girdik.. muntazam bir muayenehane.. bir uzun muayene divanı.. bazı âletler.. kitablar.. bir lâstik çekiç.. pertavsızlar.. kuvvet ölçme kabzaları falan..

Oturduk.. doktor (hep Fransızca):

— Sizi madamın bulduğuna çok memnun oldum. Yalnız dost olarak değil, doktor olarak da.. çünkü bu hâdiseler kendisinin sıhhatini ciddî şekilde tehdid ediyordu. Nasılsınız bakalım..

— Teşekkür ederim, iyiyim.

Kadın sordu:

— Neden gelmedin? Neden beni beklettin.. madem gelmeyecektin.. neden telefon ettin, söz verdin.. ben (ağlamaklı olarak) hayatımı bitirmeğe bile teşebbüs ettim.. ama…

Doktor müdahale etti..

— Şer Madam! Bunları tekrarlayıp kendinizi heyecanlandırmanıza müsaade edemem… Muayenehanedeki hastabakıcıya:

— Bize dört kahve söyler misiniz?

Kadın çıktı. Biraz sonra tekrar geldi. Doktor:

— Madam, kahveler gelinciye kadar hemşire size teskin edici bir iğne yapsın! Sizi çok heyecanlı görüyorum.

— Yooo.. çok sakinim… Bundan sonra neden heyecanlanayım.

— Yok, yok.. öyle değil.. ben görüyorum.. şimdi sizin tansiyonunuz da yükselmiştir.. hafif bir şey… Gel kızım.. madama içeride bir santimetre küplük lominal yapınız…

Madam istemeyerek:

— Aman doktor.. bu sizin iğnelerden bıktım.

Doktor gülerek:

— Ey, ne yapalım madam.. asıl bundan sonra sizin sıhhatinizle alâkadar olmalıyız.. değil mi?

Kadın kalktı.. hemşirenin refakatinde içeri gitti. Giderken doktor, hemşireye:

— İğneden sonra on dakika kadar uzanıp istirahat etmesi lazım madamın… Birdenbire ayağa kaldırmayın! dedi.

Onlar çıkıp kapılar kapanınca ben yerimden fırladım.

— Mösyö.. nedir bu rezalet? Ben kimim biliyor musunuz?

Doktor büyük bir sükûnetle:

— Bilmiyorum beyim.

— O halde nedir bu lâkırdılar? Neden böyle konuşuyorsunuz?

— İsminizi lûtfeder misiniz?

— Burhan Felek.

— Haaa! Şu gazeteci.

— Evet.

— Pek memnun oldum. İşimiz daha kolaylaşacak.

— Hangi işimiz?

— Şimdi vaziyeti derhal anlamak isterseniz sözlerimi kesmeden beni dinleyiniz!

— Buyurun.

— Efendim siz bugün bir hastanın hayatını kurtarma vaziyetindesiniz. Nasıl denize düşmüş, boğulmak üzere olan bir adamı kurtarmak bir insanlık borcu ise, sizinki de böyle.

— Ne gibi!

— Bu gördüğünüz kadın Madam Filip diye tanınmış zengin bir kadındır. Birdenbire kendisine bir amnezi geldi. Yani bir muayyen zamandan bu tarafa her şeyi unuttu. Kocasını unuttu.. gördüğü zaman:

— Siz kimsiniz, odamda ne arıyorsunuz? diye bağırdı… Rezaletler oldu.. neticede kocasını, gözünün önünden ayırdık. Fakat aynı zamanda, ne zaman gördüğünü bilmediğimiz Salamon isminde flört ettiği bir adamı beklemekte olduğunu söyledi durdu. Altı ay tedavisiyle uğraştık. Kendisine yakında bir şok tedavisi yapacağız. Fakat her şeyden evvel bu kadındaki… (İçerden kadının sesi: Kahveler gelmedi mi? Doktor bağırdı. Gelmedi madam. Gelince gönderirim.)

Doktor devam etti:

— … Bir şok tedavisi yapacağız. Hafızasının düzeleceğine eminiz; fakat bu arada kendisinin teheyyücü (heyecanı, çoşkuyu) düzeltmek lâzım. Her gün Salamon adındaki adamı bekler durur.. telefon ettiğini söyler.

— Salamon’u bulsanıza!

— Salamon diye bir kimse yok.. onun hayalhanesinde ..

— Yaaa!

— Evet!. Şimdi sizi buldu.. bu Allahtan oldu. Biz kendisine Salamon diye birini getirsek, kabul etmezdi. Kim bilir, hangi ruhî şartlar altında tahayyül ettiği adamı sizin şahsınızda canlandırdı.. şimdi mesele bundan ibaret. Eğer reddederseniz bu kadın berbad olur. Neler yapabileceğini tayin edemem. Onun için çok rica ederim. Size ne teklif ederse reddetmeyin!.

— Nereye kadar?

— İmkân müsait olduğu kadar..

Bu esnada madam içeri girdi bana:

— Şeri, bu iş de bitti.. yalnız… (doktora) doktor ben bu işin derhal halledilmesini istiyorum. Şimdi avukatıma telefon ediniz. Hemen yıldırım nikâhı yapmak için tertibat alsın .. Oradan da Sinagoga gideriz… Bu gece bütün merasimin bitmesi lâzım. (Bana) değil mi hayatım?

Hay Allah cezasını versin:

— Ayol, ben evli barklı adamım, diyecek oldum doktor gözüyle susmamı işaret etti.. bir aralık orada oturup hiç lâfa karışmayanlardan birisi yanıma geldi. Bir sigara ikram etti.

— İçmem dedim. Onun üzerine yavaşça elime bir kâğıt tutuşturdu.. cebime koydum… ve derhal:

— Ellerimi yıkasam.. dedim.

Doktor:

— Hah hay.. içerideki odada akar su var, dedi. Öteki odaya geçtim. Cebimdeki kâğıdı çıkardım. Beş yüz liralık bir kayme!. Cebime koydum.. ellerimi yıkadım.. geldim oturdum.

O esnada doktorun bir yerlere telefon ettiğini gördüm.. ve madama:

— Yarım saate kadar gelecekler.. dedi.

Madam artık neler söylemiyordu:

— Nis’e gideriz. Bu fena havalarda orası cennet gibidir… İki ay kalırız. Sonra Amerika’ya… Oradan Honolulu’ya… Oooh.. hayat ne güzeldir.

Kadın, kapamış olduğu kahve fincanını açarken eli kahveye bulaştı.

— Aman ben de yıkayayım! Diye dışarı çıkınca ben hemen doktora gittim. Beş yüzlüğü verdim.

— Alın bunu rica ederim. Ben evli barklı adamım. Komedyayı buralara kadar götürmemeniz lâzım. Ben gidiyorum.

— Aman.. diye hepsi fırladılar. Bana parayı veren adam..

— Bu bir avanstır beyefendi!. Size beş bin lira verebiliriz, dedi. Nikâh falan hepsi dalaveredir. Siz aldırmayın!

— İmza atmak lâzım gelirse…

— Salamon diye atarsınız.. siz Salamon musunuz?

— Bunun ucunda insan hapse girer yahu!

— Girmez beyefendi!. Girerseniz biz varız.

— Olacak şey değil ama!.

— Olacak, olacak.. hiç merak etmeyin!

Kadın tekrar geldi.. konuştuk.. görüştük. Hep bana neler yaptığımı soruyordu. Ben de sükût ediyordum. Nihayet içeri iki kişi girdi.

Doktor:

— Oo buyurun! Nihat Bey.. dedi. (Ve bana- avukat Nihat Beyi takdim ederim. (Ona da) Mösyö Salamon.. madamın nişanlısı, dedi. Gülüştük tabiî… Madam çok müteheyyiçti (heyecanlanmıştı).

— Çok teşekkür ederim. Nihat Bey, dedi. Nihat Bey hepimize:

— Evlenme memuru Halil Bey, dedi.

Adamcağız bir defler açtı.. bir şeyler yazdı. Bizi karşısına çağırdı.. ikimize de birbirimizle evlenmeyi kabul edip etmediğimizi sordu:

— Evet!! dedik, imzaladık. Oradakiler de imzaladılar. Karı dönüp boynuma sarıldı ve vantoz çeker gibi yanağımdan öptü. Fena halde tiksindim. Oradakiler bizi tebrik ettiler.

Doktor:

— Hadi Sinagoga gidiyoruz, diye ayağa kalkınca… tepem attı.

— Bu akşam olacak hepsi, dememe kalmadı.

Kadın:

— Aa! Elbette.. derhal! Dedi ve kalktı. Mantosunu giydi. Hepimiz paltolarımızı giydik. Doktor hemşireye:

— Ben gidiyorum. Hasta gelirse bir konsültasyona gittiğimi söyleyin.. başka bir gün veriniz! dedi.. çıktık. Tünel meydanından iki taksiye bindik. Doktor, kadın, ben bir arabaya.. ötekiler de başka bir arabaya… Üç dakika sonra bir yere girdik. Ben Sinagoga hiç girmediğim için anlayamadım ama altı köşe yıldızlara nazaran öyle bir şeydi. İlk safta sıralara oturduk. Biraz sonra iki kişi çıktı.. arkasından biri daha.. Haline göre bizim nikâhı takdis edecek zat bu idi. Yani Haham.

Karşımıza geldi. Ben hiç yüzüne bakmıyor ve bu maceranın nerelere kadar gideceğini düşünüyordum.

Bu esnada:

— Salamon! diye hitab ettiğini işittim. Yüzüne baktım. Aa! Beni takib eden siyah paltolu herif. Öyle de dikkatli bakıyordu ki:

— Salamon… dedi. Sen bu kadının kocalığını kabul ediyor musun? diye öyle bir tarzda sordu ki dayanamadım.

— Hayır!. Etmiyorum Haşa! dedim ve yerimden fırladım. Doğru kapıya. İçeride bizden başka da kimse yoktu. Başladım koşmaya.. Arkamdan:

— Tut!. Kaçıyor.. Tut! diye bağırıyorlardı. Kapıdan çıktım… Karanlık sokağa daldım. Arkamdakiler mütemadiyen:

— Tut! Kaçıyor… Tut!’ diye bağırıyorlardı. Artık ne olursa olsun yakamı kurtarmaya karar verdiğim için olanca kuvvetimle koşarken, ayağım takıldı. Tökezledim ve boylu boyuna düştüm… Hâlâ:

— Tut.. yuuu.. kaçıyor.. sözlerini işitiyordum. Bizimki de sordu:

— Ne oldun?

— Hiç! dedim. Yataktan düştüm.. Ağırlık bastı da…

— Bir daha akşam yemeklerinde hindi yememeli, dedi.

Kalktım, yatağıma yattım.. Geç vakit kahvehaneden çıkan mahalle delikanlıları birbirleriyle:

— Tut! Kaçıyor! diye şakalaşıyorlardı.

Cumhuriyet 27.12.1953