Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Ekspres mi, kervan mı? (Tan)

Ekspres mi, kervan mı? (Tan)

Tan

Yayın Tarihi: 04.08.1936

Sayfa: 5

Ekspres mi, kervan mı?

Mütemadiyen vagon değiştirmekle geçen bir tren yolculuğu hikâyesi

 İstanbul’da göğsünü gere gere bir çabuk ve rahat seyahat vasıtası olarak söylenen:

— Ekspres!

Lâfı vardır. Bunu işitenler kim bilir ne uçar, ne kaçar, ne kadar çabuk bir vasıta sanırlar. Binenlerin içinde benim gibi onun birkaç defa aşinası olanlar ise her defasında bu kaplumbağanın adını neden ekspres koyduklarını sorar durur…

Efendim. İstanbul’dan kalkan ekspres bir miras hesabı gibi dallanır, budaklanır, bir tuhaf şey olur.

Bir kere İstanbul’dan kalktı mı hiç telâş etmeden adını unutur. Başlar emeklemeğe. Niş kasabasına (Sırbistan) gelince Atina’dan gelen arabaları ona bağlarlar. Oradan kalkar Belgrad’a gider. Belgrad’da ikiye ayrılır, birisi cenuba (güneye), birisi şimale (kuzeye).

Cenuba (güneye) giden de Milano’da ikiye ayrılır. Birisi Kale’ye, diğeri daha cenuba (güneye) gider. Belgrat’tan şimale (kuzeye) ayrılan Peşte’de ikiye ayrılır. Birisi Viyana’ya, birisi Prag’a, bazen de Varşova’ya gider. Bundan başka Brüksel, Ostand yoluna giden kolu da vardır. Bu böyle parça parça olarak giden trende ne kuvvet kalır, ne de haysiyet.

Biz de bu sefer Peşte’ye böyle dallana budaklana geldik. Peşte’de araba değiştirmeğe mecbur ettiler. Düşünün bir kere. Bir yabancı adam. Elinde geçtiği memleketlerin parası yok. Sade seyahatin ucunda tediye edilecek bir vait (verilmiş söz) var. Bununla hangi hamala, hangi eşyayı kaldırtırsınız. İstasyonda ufak bir miktar para bozdurmak için lisan bilen aramalı. Fransızca lisanı Belgrat’ta sesini keser.. Ta Belçika’ya kadar. Peşte’de Fransızca söyleyene bizde Habeş’çe işitenlerin gözü ile bakarlar. İşin tuhafı Fransızca söylersiniz de size gayet fasih Macarca ile cevap verirler ki anlamadığınıza acırsınız. İşte böyle birbirinin dilini anlamayanlar uğraşırlar, çabalarlar, işlerini görürler.

Peşte’de aldığımız tren, Atina treninin Niş’te bizi bir buçuk saat bekletmesinden dolayı bir saat geç kalktı. Dikkat ediyor musunuz? Ekspres bir buçuk saatten fazla Niş’te Atina trenini bekledi. Artık bunun adına ekspres diyebilir miyiz? Geçelim. Peşte’den kalktık. Trende Balkan Komitesi ve Yunan Spor Teşkilâtı Reisi Mösyö Rinopulos’u buldum. Eski dost. Sevindik. Atina’dan Peşte’ye tayyare ile gelmiş. Karısı da beraber. Bizimle birlikte Berlin’e gidiyor. Masraftan şikâyet etti:

— Teşkilât bütçesinden çıkacak. Size ne! Dedim.

— Hayır, dedi. On para harcırah almadım.. Buna rağmen teşkilât reisi sıfatı ile bir iyi otele inmeye mecburum.

Fırsattan istifade ederek kaç kişi olduklarını sordum. 16 atlet başta olmak üzere 7 eskrimci, yüzücü, nişancı ve güreşçi olmak üzere 40 küsur müsabık ile yalnız iki idareciden mürekkep olduklarını söyledi. Şaştım. Bu kadar adamı iki kişi nasıl idare ediyorlar diye.

Bu münasebetle aklıma bir lâtife geldi, bari size onu yazayım. Ticaret ve Nafıa Nezaretleri (Ticaret ve Bayındırlık Bakanlıkları) yalnız bir Nezaret (Bakanlık) değil iken Meşrutiyet’in ikinci senesinde ticaret ile nafıayı birbirinden ayırarak müstakil (birbirinden bağımsız) iki nezaret (bakanlık) yapmışlar. Birine Hallaçyan Efendiyi, ötekine de galiba Damat Şerif Paşayı getirmişler. Bu ikiye bölünüşten – benim gibi – bir şey anlamayan birisi Ubeydullah Efendiye sormuş:

— Üstat! Durup dururken ne diye bu Nezaret’i ikiye ayırıp da masrafı arttırdınız?

Ubeydullah Efendi gülerek demiş ki:

— Bir Nezaret (Bakanlık) idare edecek nazırımız (bakanımız) şimdilik yok. Eldekiler yarım Nezaret idare edebiliyorlar. Onun için bu Nezaret’i ikiye böldük ve iki yarım nazıra (bakana)verdik.

* * *

Peşte’de kalkıp sabah kahvaltısını edinceye kadar Çekoslovakya’ya girdik. Güya Macaristan’dan bir mektup verecektim. Nefes almaya kalmadan:

— Aman arabanızı değiştirin, sizinki Dresden’e gidiyor. Halbuki biletiniz Breslav yolu iledir. Ta ilerdeki arabaya geçiniz..

Haydi şimdi trende bir hamal aramalı. Neyse güç belâ bir kondüktöre eşyamızı taşıttık. Geldik bir kompartımana. İki ihtiyar karşılıklı. Karı koca. Ya efendim. Eğer size kadının yedi saat bilâfasıla (durmaksızın) görüştüğünü söylersem inanır mısınız? Ya bu kadın genç olsa ne olacaktı?

Bizim Türk olduğumuzu anlayınca yüzü güldü. Kendisi Almanya’da oturan bir Macar’mış. Kocası mütekait (emekli) bir[OA1]  Macar generali. Düşmüşler. Bütün Çekoslovakya’yı geçerken muttasıl bu yerleri Macarlardan çaldıklarını anlattı durdu. Acıdım. Lâkin elden ne gelir. Ha bana anlatmış, ha jandarmaya.

Derken bir fena haber çıktı. Bizim tren geciktiği için Alman hudutundaki trene yetişememişiz. Berlin’e gece yarısı varacak yerde sabaha karşı varacakmışız.

Bizim trende de ne yataklı vagon ne lokanta vagonu var. Adı da ekspres ve huduta gelince işin yarı yarıya doğru olduğu anlaşıldı. Eğer Breslav’da bir yolunu bulurlarsa bizi Berlin’e gönderecekler. Dünkü sıcağın aksine bir de soğuk var ki sormayın. Pencereleri kapadık, aralıklardan giriyor. Vagon eski, kömür kötü ve lokomotif köhne. Ha bre kurum yağıyor ve bizi kirletiyor. Ellerim, yüzüm ve gözüm simsiyah, bu isten yalnız vicdanımı koruyabiliyorum.

* * *

Yarı uyur, yarı uyanık, saat bir buçukta — gece — Berlin’e vardık. İki buçukta da bizim ineceğimiz istasyona. Kime dert anlatırsınız. Bir polis bulup gazeteci kartımı gösterdim. Büyük bir inatla adam beni aldı. Hamalları çağırdı, eşyamı indirtti. Bir taksiye koydu. Beni de bindirdi ve yerime gönderdi. İşin tuhafı üstümde bir akçe Alman parası da yoktu. Saat gecenin üçünde odama girdim.

Validemin rivayetine göre ben öğleyin dünyaya gelmişim. Lâkin seyahatlerimde hep gece yarısından sonra gideceğim yere varırım. Bu garip bir mazhariyettir.

B. FELEK


 [OA1]ek