Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

İlk dava (Milliyet)

İlk dava (Milliyet)

Milliyet 22.12.1974

Seneler 1919 – 1920’ler.

Nihayet avukat olmaya karar vermiştim. Fakat yazıhane tutacak param ve imkanım yoktu. Nüzhet isminde bir hukuk arkadaşımın yazıhanesinde sığıntı olarak çalışıyordum.

Yeni avukatlara iş gelmez. Ama, eski yazıhanede çalışınca onun sahibine gelen işlerin artığını size verirler. Bana da, öyle oluyordu. Nerede çıkmaz, parasız, ipsiz sapsız dâvalar varsa, onlar geliyordu. Eğer, mektepten çıkarken, adaletin tevziine yardımcı olacağımıza yemin etmemiş olsaydım; belki bunlardan bazılarını alır, davacıdan birkaç kuruş sızdırırdım. Ama, yapamıyordum.

*

 İhsaniye Mahallesinde otururduk. Ahbaplarımızdan Selimiye’de oturan tabur imamı Recep Efendi isminde Karadenizli bir zat vardı. İyi bir adamdı. Dört oğlu, bir kızı vardı. Oğullarının palazlanmışlarıyla (spor bakımından) meşgul olurdum. Daha sonra 1924’de Fuat isminde ikinci oğlunu Paris Olimpiyatları’nda güreşmeye götürmüştüm. Büyük oğlu ise, hâlâ albay dişçi emeklisidir. Vaktiyle tesis ettiğim Anadolu Kulübü futbol takımında santrhaf oynardı. Sanayi mektebi mezunu iken, Birinci Cihan Harbi’ne gönüllü yedek subay olarak gidip, galiba Filistin cephesinde esir düşmüş, Mısır’daki esareti sırasında İngilizlerin futbol antrenmanlarını seyrede ede oyunları öğrenmişti.

Ne ise, lâfın sırasını değiştirmeyelim… Demek istiyorum ki Recep Efendi ailesiyle iyi dost idik. Bu Recep Efendi’nin üçüncü ve dördüncü oğulları henüz mektep çağlarında iken, bir gün babalarının evindeki bir kilitli sandığı açmışlar. İçinden, tek atar bir paslı tabanca bulmuşlar. İhsaniye’nin “Çifte Kayalar” dediğimiz, o zaman ıssız sahiline inmişler. Tabanca ile oynamışlar. Patlamamış. Patlamamış. Derken, şimdi adını unuttuğum büyüğü, küçüğünün kafasına tabancayı dayayıp tetiği çekmiş. Olacak bu ya! Bu sefer tabanca patlamış. Top gibi de ses çıkarmış. Kurşun çocuğun kafasına çarpmış. Delememiş. Fakat şişirmiş. Korkmuşlar. Bağırıp çağrılmış… Recep Efendi, çocuğu polise vermiş. Polis ifade almış…

Çocuk 10 – 12 yaşlarında bir sabî. Öteki de ondan bir iki yaş küçük. Bu yaşta suç teşkil etmez. O zamanın tâbiriyle, gayrı reşîd ama, nasıl olmuş bilmiyorum, iş cinayet mahkemesine intikal etmiş…

Recep Efendi, İhsaniye’deki eve geldi. Hâli anlattı. Ben çocuğun vekâletini alacağımı söyledim.

O zamanın mevzuatını hatırlamıyorum: ama gayrı reşîd bir çocuğun vekaleti nasıl alınır, ve gayrı reşid bir çocuk cinayet mahkemesine kardeşini öldürmeye teşebbüs suçuyla, nasıl sevkedilir?…

Oralarını iyi bilmiyorum. Bildiğim şey, ben kardeşini öldürmek suçuyla Recep Efendi’nin oğlunun vekili olarak hayatımda ilk ve son defa cinayet mahkemesi huzuruna çıktığım.

*

O zamanlar cinayet mahkemesi sonradan yanmış olan eski belediye binasının Meclis-i Mebusan salonluğu yapmış, büyük mahkeme divânında idi. Gerçi, hukuk mektebinde ceza kanunu, ceza mahkemeleri kanunu falan okumuştuk ama, ben cinayet mahkemesi huzuruna avukat olarak birinci defa çıktığım için, ne yapacağımı bilmiyordum. Hekimlik olsa, hastanelerde tatbikat göre göre insan alışır. Hukuk öyle olmuyor. Mektepte okurken, her şey kitapta kalıyor. Sizi alıp bir mahkeme salonuna götürmüyorlar ki; ne yapacağınızı evvelden denemiş, görmüş olasınız.

Doğrusu, yazıhanesinde çalıştığım arkadaşım Nüzhet’e sormaya da utanıyordum. Çünkü mektepte parlak bir talebe idim. Mahkemede ne yapacağımı sormayı kendime yediremiyordum. Ama, bir acemilik yapmaktan da korktuğum için,  mahalle arkadaşım avukat Sadi Rıza’ya sordum. Sadi Rıza, aynı zamanda benim Bekirağa Bölüğü hapishane arkadaşımdı (Mahmut Şevket Paşa’nın katli dâvasında cezaevine toplananlardan). Cezacı idi. Ona sordum. Davayı anlattım. Çocuğun gayrı reşîd olduğunu söylemekle âdemi mes’uliyet talebinde bulunmamı tavsiye etti.

Muhakeme günü geldi çattı. Adliye koridorunda maznun çocuk, babası Recep Efendi ve kardeşi de beraber gelmişlerdi. Sıramızı bekledik…

Nihayet mübaşir çocuğun adını çağırdı… O zaman avukatlar cübbe falan giymezlerdi. Ben çantamı aldım. Çocukla beraber girdim… Maznun çocuğu maznun yerine koydular. Ben de avukat yerinde oturuyorum. O devirde cinayet mahkemesi çok müşterisi olan bir salondu. Türlü cinayetlerin hikâyeleri bir polisiye romanı gibi dinleyicileri ilgilendirirdi. Salon da büyük olduğu için isteyenler daima yer bulurlardı. Esasen cinayet mahkemesi heybetli bir yer idi. Dinleyicilerin içinde devamlı tiryakiler olduğu gibi, vakit geçirmek isteyen işsiz güçsüzler ve nihayet davalıların alâkalıları bulunurdu.

On yaşında bir çocuk maznun yerinde görülünce salonda bir hareket oldu. Acaba bu sabî kimi öldürmüş diye herkes merak ediyordu. Bense çarpıntıdan çatlayacak halde idim…

Nihayet Reis gözlüğünün üstünden baktı.

— Maznun kim?.. dedi…

Ben çocuğu gösterdim…

— Siz kimsiniz?

— Vekiliyim!…

— Yaa! dedi. Ben de reisin meçhülü bir avukattım… Dosyadan vekâletnameyi istedi. Baktı.. Ve Çocuğun hüviyetini tesbit etti…

— İthamnâmeyi oku!… dedi.

Zabıt katibi cinayet ithamnâmesini okudu. Çocuğun kardeşini tabanca ile öldürmeye teşebbüs etmesi yüzünden cinayetle muhakemesi isteniyordu…

Reis çocuğa sordu:

— Kardeşini neden vurdun?

— Ben kardeşimi vurmadım… O bana at ulan tabancayı dedi. Ben de sıktım tabancayı. Zaten tabanca boş idi. Boş tabanca patlar mı?. üç defa çektim tetiği patlamadı. Ben boş sandım.

— Tabancayı nerede buldun?.

— Babamın sandığından aldım…

— Sandık kilitli miydi?

— Kilitli idi. Anahtarı buldum. Açtım onu…

— Ne oldu sonra’?..

— Bunun başı yarıldı. Başladık ağlamaya. Babam dövdü beni…

— Kaç yaşındasın sen?..

— 12 den fazlayım…

Reis yandaki âzalara bir şeyler sordu. Bana:

— Ne diyorsunuz. Şahit falan dinletecek misiniz?. Yoksa doğrudan doğruya müdafaaya mı geçeceksiniz?

Benim birden aklıma geldi. Çocuğu kaptığım gibi önümdeki masanın üstüne koydum.

— Heyet-i âliyeniz şu cinayet maznununu görün. İki kardeş tesadüfen ellerine geçen babalarının eski ve işe yaramaz tabancasıyla hırsız polis oynarlarken yıllardan beri bozulmuş barut üçüncü, dördüncü tetikte patlamış. Mermi o kadar hafif imiş ki; çocuk başını yaramamış bile. Sadece şişirmiş. Bunlar da daha ziyade silâhın patlamasından korkmuşlar. Bir askerî memur olan babaları da işi polise aksettirmiş. Takdir muhterem heyet-i hakimenindir. İşte kardeş katili iddiası, işte bu cinayetin maznunu. Cinayetin gayrî varid ve maznunun gayrî reşîd olması sebepleriyle ademi mes’uliyetine karar verilmesini istirham ederim.

Mahkeme ona yakın bir kararla çocuğu bıraktı… Ve ben ilk ve son cinayet davamda müvekkilimi kurtarmış oldum… Tabur imamı Recep Efendi memnun oldu idi. Bizim avukatlığımız da bu kadardı. Sabî sübyan kurtarıp hatır gönül kazanmak.