Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Keşke Masal Olsa idi!.

Keşke Masal Olsa idi!.

Tan

Yayın Tarihi: 30.05.1938

Sayfa: 3

FELEK

Keşke Masal Olsa idi!.

Yazan: B. FELEK

İstanbul’u güzelleştirmek isteyenlere

Bir varmış, bir yokmuş, bir pazar günü bir adamın işi, gücü yokmuş, yürümek için yola çıkmış. Muayyen bir maksadı yokmuş. Memleketin güzelliklerini, tabiatin zenginliğini görmek istiyormuş, başka arzusu yokmuş. Yürümek için yola çıkmış. Lâkin yol yokmuş. Yolda yanında başka kimse de yokmuş. Yol olmadığı İçin tabiî otomobil, araba, otobüs de yokmuş.

Bir takım taş, toprak yığınlarının, çalı ve dikenlerin arasından atlayarak, sıçrayarak yürümüş, yürümüş, yürümüş. İnmiş, çıkmış. Bir de bakmış ki, bir su başı. Bir takım adamlar öbek öbek oturmuşlar, yemek yiyorlar. Adamcağız susamış. “Bir su içeyim” demiş. Lâkin pınarın başında maşraba, çapçak, bardak hulâsa su içecek bir şey yokmuş.

— Elbette buralarda bir kahveci vardır. Şunu bir araştıralım da bana bir kahve yapsın! Bir de su getirsin. Şurada bir nefes alayım, diye kahveciyi aramış, bulamamış. Orada oturup yemek yiyenlere sormuş:

— Buranın bir kahvecisi yok mu?

— Yok! Cevabını vermişler. Ve:

— Görmüyor musun hemşeri? Kahveci olsa, biz böyle toprağa mı oturur, sardalya kutusu ile su mu içerdik?

Adam dikkat etmiş. Hakikaten bu güzel su başında bir tek sandalye, bir hasır ve bir fincan kahve sunacak bir kahveci yokmuş. Yorgun olduğundan oradaki harap taş setlerden birinin ucuna ilişmiş ve biraz dinlendikten sonra oradakilere sormuş:

— Bu güzel yerin adı nedir?

Hep bir ağızdan cevap vermişler:

— Küçük Çamlıca!

Adamcağız şaşırmış.

— Hani şu suyunun güzelliği ile maruf olan yer mi?

— Evet!

— Su nerede?

— İşte, şu musluksuz, maşrapasız akıp duran harap çeşme.

— Allah Allah! Burası bir harabe ayol! Ne diye böyle yere geliyorsunuz?

— Öyledir. Amma ne yapalım? Su güzel, hava güzel. Manzara güzel.

— Yani Allahın verdikleri hep güzel değil mi? Ona bir şey ilâve etmek aklınıza gelmiyor mu?

— Nasıl gelmiyor! Ara sıra geldikçe sardalya kutularını buralara atıyoruz ve büyücek çınar ağaçlarına da bıçakla adımızı kazıyoruz. Eğer kebap pişirmek icap ederse, işte şu gördüğünüz anaç çınarın dibinde olduğu gibi, ateş yakıp ağacın gövdesini kavuruyoruz.

— Güzel! Lakin bu ağaçlar kurur, bu çeşme kurursa sonra nereye gidersiniz. Buna bir baksanız olmaz mı?

— Hemşeri! Sen galiba taşralısın! Bunun burasına İstanbul derler. Adım başında bir pınar, bir ağaçlık bir mesiresi vardır. Burası harap olursa Büyük Çamlıca’ya gideriz. Orası harap olursa Libadiye’ye gideriz. Orası harap olursa Tomruk suyuna gideriz, orası harap olursa Kısıklı’ya gideriz. Orası harap olursa…

— Aman kuzum! Yetişir bu kadar harabe!…

Ve adamcağız yorgun ve üzülmüş bir halde yine aynı yoldan yerine dönmüş.

*

Bu adamın kim olduğunu sormaya, öğrenmeye hacet yok! Her aklı başında ve yüreği yerinde olan vatandaş.

İnanın! Dün Küçük Çamlıca’yı gördüğüm zaman içim sızladı. Bir vakitler İstanbul’un en güzel mesiresi olan burası bugün ağlanacak haldedir. Allahın verdiği güzelliğe bir şey ilâve etmek şöyle dursun orayı mahvetmek için ne mümkünse yapmaktayız.

Bu yerler, ya Emlâk Bankası’nındır, yahut İdare-i Hususiye’nin. Herhangisinin olursa olsun böyle harap halde bırakmak revayı hak mıdır?

Ne diyeyim? Ne nasihat vereyim? Ne akıl öğreteyim? Küçük Çamlıca’nın bugünkü halinden ders almayan bir müesseseye, bir memura veya bir âmire benim söyleyeceğim dört çift lâf ne tesir yapar?

Bir ecnebi dostum var. İstanbul’u gezdi, gördü ve pek beğendi.

Bir gün bana:

— Cennet gibi yerleriniz var. Dediği zaman göğsüm kabardı, gözlerim sulandı. Bilmezsiniz ne sevindim. Arkasından ilâve etti:

— Lâkin hakikî cennete gitmek kadar zor gidiliyor.

O zaman yüzüme bir kırmızılık geldiğini hissettim. Halbuki bu kırmızılığın yeri benim suratım değildi.

Bir gün Kısıklı’dan, Küçük Çamlıca’ya yani Üsküdar’ın en yakın su başından en maruf diğer bir su başına gitmeye kalkınız. Giderken yanınıza biraz sargı bir miktar kantaron yağı ve bir çift koltuk değneği almayı da unutmayın! Çünkü dilimizde üzerinde gidilen yere başka isim verilmediği için adına yol dediğimiz bu yer Alp dağlarına tırmanmak kadar tehlikeli bir geçittir. Âlem Sahrayı Kebir’i otomobille geçerken siz burada yayan bile yürüyemezsiniz. Belki bir yeriniz sakatlanır. Aman dikkatli yürüyün.