Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Kökünüze kibrit suyu! (Cumhuriyet)

Kökünüze kibrit suyu! (Cumhuriyet)

Cumhuriyet

Yayın Tarihi: 07.04.1946

HAFTANIN ŞAKALARI

KÖKÜNÜZE KİBRİT SUYU!

Onlar kadın olduklarından, biz erkekliğimizden memnunuz: memnunuz ama gene de birbirimize çatmaktan bir an geri kalmayız. Bu, böyle gelmiş böyle gider. Bir rivayete Âdem babamızı havalandıran, Havvâ anamız olmuş. Ulu Tanrım da bakmış ki işi çok ileri götürüyorlar. Çocukları cennetten çıkarmış dışarı evlendirmiş.

Demek olacak ki hilkat bizi yani sizi bizi birbirimize musallat «yani derkıl» olmak için yaratmış. Beyhude çabalamıyalım ve mukadder budur deyib birbirimizi çekelim diye düşünüyordum. Nerede? Bizim mahallenin tramvay durağında. Çünkü orası dört yanından müşteri alan bir büyük tramvay istasyonudur. Türlü türlü adamlar gelir. Evvelâ tanıdıklar. Sonra göz aşinalığımız olanlar. Sonra şahsını bilip de tanışmadığımız kimseler. Sonra kim olduğunu bilmediğimiz tanımadıklar ve daha sonra hiç şahsını görmediğimiz yabancılar.

Bunlardan bir çift tramvay bekliyor.. Yakın olmasam işitmiyeceğim ama kadın da hızlı konuşuyor:

— İki saat çıkamazsın! Ne olur bir dakika evvel çıksan! Şimdi saatlerce tramvay bekliyeceğiz. Burnumuzun dibinden kaçtı.

— Kıravatımı bağlamadan de çıkamazdım ya!

— Aman ne kıravatınız biter, ne boyun bağınız! Erkek değil misiniz?

Derken tramvay geldi. Hanımlar bermutat bizi ittiler. Öne geçtiler ve geçerken de:

— Erkekler de biraz kadınlara hürmet etseler ne olur? diye terbiye de verdiler. Bu terbiyeyi kendilerine iade etmek isterdim ama dişim ağrıyor, dişçiye gidiyordum. Onun için sustum.

Bizim mahallede rahat tramvaya binmek istiyenler, bir istasyon evveline giderler. Şimdi herkes bu kurnazlığı öğrendi. Ayni kalabalık aşağı istasyona intikal etti. Üstelik birkaç yüz metrelik bir yol yürümek pahasına gene ayakta kalacak olduktan sonra ne diye oraya gideyim? diye muhakeme ettiğim için aşağıda dolmuş tramvayda ancak tavan kayışlarına asılabilecek kadar bir yer buldum.

Ben ters asıldım. Ekseri öyle dururum. Çünkü bir (taşıma aracı) nın «yani sizin anlıyacağınız nakil vasıtasının» gittiği tarafa yüzünüzü çevirirseniz giden şeyin rüzgârı veya dışarının yeli her hangi bir toz, toprak, öksürük ve tıksırık püskürtülerini yüzünüze gözünüze çarptırabilir. Ama ters durursanız böyle şeylere omuz vermiş olursunuz. Önümde bir kadın. Başı örtülü ve kedi yeldirmeli. Kaşları yolunmuş da kalem çekilmemiş. Elliye doğru. Belki de fazla. Elinde bir eski ebe çantası. İçinde kim bilir ne var? İkimiz de yol üstünde olduğumuz için gelen geçen bize takılıyor. Ben devlet memurluğu ettiğimden mes’uliyetten çekinmenin yolunu biliyor, her gelenin hışmından az çok kendimi koruyabiliyorum. Lâkin başı örtülü kadın öyle değil. Gelen geçen hırpaladıkça yüzünü buruşturarak söyleniyor. Biz bu durumda iken bir sonraki istasyondan binenler arasında bir iri yarı adam. Hem boylu, hem enli –Gazi bulvarı gibi- Önünü iliklemediği için paltosu da açık. Bu kıtlıkta tramvaya binen adamın şuna buna takılacağı muhakkak. Öyle de oldu. Önümdeki kadını paltosunun sağ kanadile bir yaladı. Kadının sol elindeki çantaya takıldı. Aldı gidiyor. Kadın çantayı bırakmamak için beraber yürüdü ve bağırdı:

— Ayol! Dur. Harman sürer gibi gidiyorsun be!

Anlaşılan hanım banliyöde oturuyor ki harmandan bahsediyor. Beriki hâlâ gidiyor.

— Ayol yavaş yürü! Çantayı götürüyorsun! Sen ne biçim şeysin. Önüne baksana adam var!

Adam durdu, eteğini çantadan kurtardı.

— Ne olmuş hanım. Ne söyleniyorsun? diyecek oldu.

— Ne söyleneceğim! Cankurtaran arabası gibi geçiyorsun! Önünde adam mı var, hayvan mı? (Bana hitaben) değil mi oğlum?

Sustum. Ben oldum olası hayvanat dersinde pek kuvvetli değildim.

Göğsü açık iri yarı cevab verdi.

— İsteyerek yapmadık ya! Biz kazadır oldu..

Bu sözü işiten kadın:

— Erkek değil misiniz? Ben kendimi bildim bileli hep bir kazadır oldu, dersiniz. Kökünüze kibrit suyu!

Yahey cünbüşlü kadın vesselâm..

Yürüdük.. Harbiye’ye geldik. Kalabalık arttıkça arttı, arttıkça arttı. Sandıkta incir durur gibi girdimizi çıktımıza uydurarak istifleniyoruz. Taksim’e kapağı atsam da şu dişimi… Biz sıkıştıkça ağrı da artıyor. Galiba kan dişe hücum ediyor. Başladı zonklamaya! Elimi şakağıma koydum. Ramazanda akşam ezanı okumak için minarede iftar topu bekleyen müezzin gibi eli kulağında duruyorum.. Harbiye bize bir hayli hanım yolcu verdi. Yerlerde değişmeler oldu. Doğrusu ben kayışımdan memnunum. Bırakmadım yerimi. O esnada yüksek sesle bir kadın konuştu. Hırçın bir ses:

— Ayağınızı biraz içeri çekin!. Diziniz bacağıma değiyor..

Söyleyene baktım. Çoban Mehmed’in dişisi! Cevab çukurdan geliyor. Demek ki muhatab oturakta.

— Hanımefendi, deminden beri sizi rahatsız etmemek için ayağımı ayağımın üstüne attım. Lâkin karıncalandı. Mecbur oldum indirmeye..

— Çekiniz ayağınızı diyorum size!.

— Ne mecburiyetim var efendim. Ben oturduğuma…

— Oturduğunuz yetmiyormuş gibi bir de ayaklarınızı rahat ettirmek mi istiyorsunuz!. Al da rahat et!.

— Ay, hanım, sen deli misin! ne ayağımı çiğniyorsun! Aman nasırım.

— İşittiniz mi? Bu adam bana deli diyor.. Davacıyım. Sen beni tanımıyor musun?

— Tanımıyorum, tanımak da istemem. Seni tanımamış olmak bir saadettir.

— Aa! İşte adımı da söyledi.. Alçak herif. Ben sana gösteririm. Benim kocam kim biliyor musun sen?

— O bedbaht adamı bilsem gider kendisini teselli ederdim..

— Daha söylüyor. Terbiyesiz. Hem oturuyor, hem kadınlara tecavüz…

— Bu isterik kadın da…

— Ey, susun yahu! Artık tramvayda da mı kadın kavgası..

— Doğru söylüyor…

Hepsine birden kadın cevab verdi:

— Susun! Densiz herifler! Erkek değil misiniz?. Hepinizin boynunuz altınızda kalsın…

— Kadınlarınki ne olacak?.. Gülüşmeler… Altınbakkal’da ayağına basılan adam:

— Sen bana sabır ver yarabbi! diye söylenerek indi. Onun yerine de kocasının kim olduğunu tehdid makamında söyleyen kadın oturdu. Sükûnet avdet etti… sanıyorduk… Aldanmışız. Bir Ermeni hanımı (şivesinden belli) tokça sesile:

— Çek elini hayvan!…

Hayvanda ses yok.. kimsede yok… Ben boynumu uzatıp sesin geldiği ön kapı istikametine baktım.. Erkekler hep durgun.

— Sana söyloorum. Ne kafanı eğmiş ispinoz kuşu gibi susoorsun.

— Bana mı söylüyorsun?

— Sana söyloorum ya! Ne cimciklooorsun! Hayvan  doorum, işitmedin..

Gene ses yok!.

— Ay deli çıkacağım. Efendi, sana hayvan dedim.. Hayvan dediysem kelebek değil, kanarya da değil… Eşek kuzum, eşek!

Deyince hep baktık.. Karı ne dese beğenirsiniz?..

— Hepiniz ne bakoorsunuz! Ben salt buna demişim!…

Vayyy! Yaman şey! Ben üstüme alınmadım tabii yalnız elim şakağımda bakıyorum.

— Sen de kazel okuyacaksın ne? Ne bakoorsun. Şu adam beni cimciklemiş. Ben de ona hayvan demişim. Sana ne oloor?

Bu sefer «hayvan» lâfa karıştı.

— Madam, ben seni çimdiklemedim. Ağzını topla!

— Ne kadar toplasam gene söylerim. Cimcikledin. İnkârdan geloorsun!

— Vallahi de yalan billâhi de yalan! Ben cimcikleyecek olsam senin gibi karakoncolosa tenezzül mü ederim?.

Gülüşmeler… Bir Rum hanım:

— Yağniş söylediniz! musyu! Kalikancaros yok karikoncolos!

Artık duramadım:

— Yahu! Yanlış konuşmayın! Bak madam tashih ediyor. Derken Ermeni madam devam etti.

— Eşek lâfından ağnamayan adamlara altık lâf edilir?.. Sus ol Surpik! Erkek değil mi topunun…

 Bir ihtiyar dayanamadı:

— Yahu! Bu ne biçim tramvay, hapishaneye döndü. Ne terbiye kaldı, ne namus!

— Beybaba! Karaborsada var. İngiliz kayışından öyle terbiyeler var ki… Kaplama mahmuz da var. Paradan haber ver!

Ne külhanbeyleri var değil mi?

Taksim’e gelmiştik.. indim. Dişçinin muayene hanesine doğru giderken şöyle kendimi dinledim, bizim diş durmamış mı? Böyle tramvaya ağrı mı dayanır?

B. FELEK