Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Kolay değil

Kolay değil

Milliyet Magazin

Yayın Tarihi: 16.03.1975

Sayfa: 15

Haldun Taner

Hak dostum diye başlayım söze…

Kolay değil

Gazeteciler Cemiyeti, son kongresinde üstad Burhan Felek’e “Şeyhül – muharririn” unvanını verdi. Bu jest, yerinde bir vefa ve saygı örneği olduğu kadar, bir gerçeğin tescili de sayılabilir. Burhan Felek, faal gazetecilerin en tecrübelisidir.

Bir kere, yaşlanmış olmak, başlı başına bir beceridir bu ülkede. Türlü çelmelerin, iftiraların, inişli çıkışlı, zikzaklı politik değişimlerin, kötü sıhhat ve trafik koşullarının ve çeşitli serseri mayınların ortasında, zamanından önce yıpranmadan, tükenmeden, olgun yaşlara varmak her faniye nasip olmuyor.

Bundan ötürü, belli bir yaşa varabilmiş olmak bile hararetle kutlanmaya değer. Kaldı ki, Sayın Felek’in asıl becerisi, olgunluk çağına varabilmiş olmasından çok, bu çağa faal olarak, yaşamın ta içinde, varabilmiş olmasıdır.

«Her dem taze» ler

Bazı yaşlılar, insana yaşlılık çağrışımını hiç ansındırmazlar.

Charlie Chaplin’e, Muhsin Ertuğrul’a, Marlene Dietrich’e, Pablo Picasso’ya, Pablo Casals’a, Maurice Chevalier’ye, Celâl Esat Arseven’e yaşlı diyebilir miydiniz?

Bu “Her dem taze” lerin en geç yaşta öleni Celâl Esat Arseven üstadımızdı. Sanırım en genci de yine oydu. Uyanık gözlerindeki muzip çocuk bakışı son hastalığına dek kaybolmamıştı.

Bir gün bana:

— Gençler otobüste yer versinler diye, bazen yaşlı taklidi yapıyorum, demişti.

Nedir bu kişileri hep genç yapan?

Uyanık tecessüsleri, tükenmeyen canlılıkları, sürekli hareketlilikleri ve büyük yaşam sevinçleri.

Galatasaray’da, felsefeyi, kısmen Mösyö Camille Bergaud’nun takrirlerinden, kısmen de o zamanki müfredat programının resmî kitabı olan, Félicien Challaye’in kitabından okurduk.

Daha sonra Jean Jaures arşivini de toparlayan, bu ünlü sosyalistin, kendine özgü bazı “Aphorisme” leri vardı.

Bunlardan biri de şu idi:

“Çocuk halde, genç gelecekte, yaşlı geçmişte yaşar” Challaye’e göre, “İnsanlar iyi eğitildikleri takdirde, orta yaşlılıklarında, gerektiği zaman, hâlde, gerektiği zaman gelecekte, gerektiği zaman geçmişte yaşamasını becerebilirler.”

Geçmişte yaşamak kadar insanı yaşlandıran bir şey yoktur. Onun için yaşlılıktan mikrop gibi korkanlar, anılarını yazmaktan da bucak bucak kaçarlar.

Rahmetli Ahmed Kutsi Tecer dostumla bir gün, çok saydığımız, olgun bir üstada, çok ilginç olacağına inandığımız anılarını yazmasını hatırlatmıştık. Büyük bir eylem adamı olan üstad:

— Yoksa siz beni hatırat yazma dönemine mi girdi sayıyorsunuz? diye bayağı alındı idi.

İsmet İnönü’nün niye anılarını yazmadığını anlar gibiyim.

Kafa gücünü, zekâ parıltısını hem de ne badireler ortasında, onun kadar koruyabilmiş, sürdürebilmiş bir ikinci şahsiyete, hele bizde, rastlamak kolay olmasa gerek.

Yaşamın, eylemin içindeki çoğu yaşlılar, bu hay huy içinde yaşlarını unuturlar. Hatırat yazmak ise, onlara yaşlarını hatırlatan bir iştir, ikisini bağdaştıramazlar. Onlar hatırat yazmağa artık ununu elemiş eleğini asmış, bir emeklilik döneminin son uğraşı sayarlar.

«İşleyen demir…»

Çok yıllar önce, sanırım tek parti döneminde, üstat Burhan Felek, Kadıköy Halkevi’nde yaptığı “Yaşam sanatı” üzerine bir konuşmayı:

— Yaşlılar boş durmayın! Kendinizi tekaüt (emekli) etmeyin” öğüdü ile bitirmişti.

Ne var ki, bu öğüdü pek az kişi tutabiliyor. Tembellik ve uyuşukluk içimize işlemiş. Bu ülkede insanlar emekliliğe otuz beş hizmet yılı süresinden sonra değil, çoğu zaman üniversite diplomasını aldığı günden başlıyor.

Gençler içinde bile uyanık, diri, dinamik, neşe saçanına az rastlanan bir ortamda altmış yıldır pırıl pırıl kalmış bir fıkra yazarı elbet daha gözde büyüyor, saygıya ve hayranlığa ayrı bir hak kazanıyor.

«Felek bugün ne demiş»

Altmış yıl boyu, hemen her gün bir yazı yazmak ve halkı usandırmamak nedir, bir düşünüyor musunuz? Kuşaklar, modalar gelip geçiyor siz kalıyorsunuz. Genç, yaşlı, aydın, yarı – aydın, her çeşit insan. Kaç kuşak boyu, her sabah kalkmış, “Bakalım Felek ne diyor?” tecessüsü ile üstadın köşesine yönelmiş, onun çekici, akıcı üslûbu, açık seçik mantığı, yaşamın ta içinden gelen sağduyusu ve İstanbul efendisi hümûru ile yoğurulu satırlarını sonuna kadar okumuş, sonra kafasında bir parıltı, dudağında bir gülümseme ile güne öyle başlamış, gün boyunca da onun bir görüşünü yahut o günkü duruma tıpa tıp uyan bir Nasreddin Hoca fıkrasını başkalarına tekrarlayıp durmuştur. Okumaya bile, kafa işletmeye bile üşenen bir toplumda bu az büyük hizmet midir?

Gençliğinin sırrı

Sayın Felek’in modası hiç geçmez, diri ve güncel bir yazar kalışının genç kalışının bence çeşitli nedenleri var.

Burhan Felek, hep bilirsiniz. Darülfünun’da hukuk okuduğu yıllarda da hep öncü, hep atak, bir elebaşı imiş. Yani yaşıtlarına görecelikle daha bir dinamikmiş. Gazeteciliğe de, gazeteciliğin en hareketli, en gözlemci bir dalından, foto muhabirliğinden başlamış sonra spor muhabiri olmuş. Gençliğinde yine biliyoruz, amatör olarak orta oyununa merak sarmış, devrin tutulan sanatçıları ile övür olmuş. Hattâ çıkmış, bizzat oynamış. Oyunculuğun hor görüldüğü bir dönemde bir Şura-i Devlet (Danıştay, Yüksek Yargı Kurumu) üyesinin oğlunun orta oyunculuğuna heves etmesi ondaki mizah ve sanat damarının bir işareti olduğu kadar, bir başkaldırı eğilimine, çevrenin şartlandırmalarını kırma hevesine de belge sayılabilir. Burhan Felek adına, daha sonra spor dünyamızın ilk organizatör ve yönetmenleri arasında rastlarız. İlk Olimpiyatlara girişimizden bugüne dek spor yönetmenliği, onun başlıca hobby’lerinden biri olmuş ve bu da, ona hep gençlerle kaynaşma olanağını sağlamıştır. Hep genç kalan yani kendisine spor gibi canlı, didişken bir faaliyet alanından daha uygun bir alan seçemezdi. Burhan Felek’i, Burhan Felek yapan özelliklerin biri de, daha genç yaştan, dışarda olup bitenlere kulak kabartan, göz atan Fransızcası aracılığı ile Batı’yı izleyen bir gazeteci oluşudur. Bu ölçüt, onu çoğu meslektaşlarının şovenizminden, romantizminden, sübjektivizminden korumuş olsa gerektir.

Kendisi, bir röportajda popülaritesini borçlu olduğu nitelikleri şöyle sıralamış:

“İnandığını yazmak. Fikir kabzımallığı etmemek, okuyucuya çeşitli konuda yazılar sunmak. Rahat, kolay anlaşılır fıkralar yazmak.”

Bunların hepsi doğru da eksiği var.. Bu sıralananları yerine getiren nice yazar var ki, okunmuyor.

Felek’i, Felek yapan bence en çok mizahçı yaratılışıdır. Bu mizah olaylara bakışından başlayarak, üslûbuna, söz dağarcığına yansır. Oradan da okuyanın yüzünü gülümseten bir ışık yayar.

“Ağır otur da molla desinler” zihniyeti ile şartlandırılan ortamımızın, içi boş ciddiyet geleneğini hangi yazar yırtmışsa, hep büyük okuyucu kitlelerinin sevgilisi olmuştur.

Hüseyin Rahmi, Ahmed Rasim, Refik Halit, Osman Cemal, Burhan Felek, Aziz Nesin, kuşaklar boyu toplumsal yaşamımızın üzerinde kümelenen kuru sıkı, ciddiyet bulutlarının zaman zaman, arasından çıkan mart güneşleri olmuşlardır.

Burhan Felek, fıkra türüne Ahmed Rasim’den Refik Halit’ten sonra ve Aziz Nesin’den önce, mizah özünü hünerle sokan bir fıkracı olduğu için bunca sevilir kanısındayım.

Usta fıkracılar

Fıkra türünde, Türk gazete okuyucusuna bugüne dek çeşitli çeşniler sunuldu. Ahmed Haşim’in “Bize Göre” adlı fıkraları şair yaradılışlı, seviyeli bir aydının güne estetik açıdan bakınca bakışlarını, üslupçu bir dille yansıttı. Büyük okuyucu kitlesinden çok, küçük bir seçkinler grubunu doyurdu. Fıkra türünün bir büyük ustası da Refik Halit Karay’dı. Mizahi fıkranın büyük ustası, sabun köpüğünden bile, şaşırtıcı çağrışımlar çıkartan kıvrak zekâsı ve nefis Türkçesi ile unutulmaz fıkralar yazdı. Yine fıkra ustası rahmetli dostum Vâlâ – Nurettin Vâ – nu, bile bile vulgarize ettiği halkın kolay anlayacağı hale getirdiği günlük fıkraları ile batılı bir kafanın orijinal bakışlarını, yıllar yılı sütunundan okur yazar takımına aktardı. Boş lâf etmeyen, fonksiyonel, yaşam tecrübesinin ta içinden esinlenen olumlu, pratik öğütlerini ve önerilerini bizden esirgemedi.

Fıkra türünde unutulamayacak bir isim de, elbet Peyami Safa idi. Auto – didakt bir aydın olarak kendini oldukça iyi ve çok yanlı yetiştirmiş, bir yazar olan Peyami Safa, su götürmez romancılığının yanı sıra, sürdürdüğü gazete fıkracılığında da, bir zamanlar okur yazar takımına her alanda yol gösterici rolünü uzun süre sürdürdü. Fıkralarında öbür fıkracılara görecelikle daha yoğun bir kültür sezdirdi. Sonraları ona arız olan bir sol alerjisi büyük yeteneğini yanlış ve kısır yollara harcattı…

Daha yakınlara gelirsek, Aziz Nesin, Çetin Altan, İlhan Selçuk başta olmak üzere yeni fıkracılar elinde fıkra, büyük kitleleri sosyal aydınlatma aracı olarak kullanılmaya başlandı. Nesin güzel Türkçesi ve ışıklı mizahı ile Altan’la Selçuk sosyalist öğretiyi güncel konulara uygulayan yürekli polemikleri ile günlük gazete fıkracılığına diyalektik bir boyut getirdiler.

O zamana kadar, ancak, bazı perakende yazılarda rastlanan, bu uyarıcı, aydınlatıcı ve vurucu tutum, gazete fıkrası halinde güncelleştirilince gazeteden başka bir şey okumayan aydınların gözünü açmağa, onları bu alanda eğitmeye geniş miktarda yaradı.

Her yiğidin, ayrı bir yoğurt yiyişi vardır.

Kafamızın ve gönlümüzün çoğu yerde son saydıklarımızla ortak olması, fıkra dalından başka türde kalem oynatan ustalara kadrini bilmek ve belirtmekten bizi alıkoymaması gerekir.

Sayın Burhan Felek, fıkrayı okuyanı yormadan, ona bilgiçlik etmeden, güncel konular üzerine, bunu güler yüzlü bir sohbet havasında sürdürmek isteyen bir fıkracımızdır. Bu türe ömür boyu emek vermiş bir fıkracımızdır. Ve bugün dahi, en çok okunan, tiryakisi en çok olan bir fıkracımızdır.

Sosyal görüşlerini paylaşalım veya paylaşmayalım, kendi saptadığı sınırları içinde başarılı olduğu inkâr edilemez bir fıkracımızdır.

Hak ettiği, “ Şeyhül-muharririn” unvanını çok, pek çok yıllar sıhhatle, başarı ile hep yazarak, hep yaşamın içinde idrak etmesini candan dilerim.