Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Paris’te akıllı bir sakallı (Milliyet Magazin)

Paris’te akıllı bir sakallı (Milliyet Magazin)

Milliyet Magazin

Yayın Tarihi: 08.06.1975

Geçmiş Zaman Olur ki..

(1924 Paris Olimpiyatları)

Paris’te akıllı bir sakallı

Avrupa’nın büyük şehirlerine ait hatıralarım vardır. Benim hatıralarım ne olacak… Hırdavat hatıralar… Sürekli, süreksiz aşk maceraları falan. Ne gezer? Olsa da bu yaşta bunları – alenen – hatırlamak bize yakışır mı?..

Fransızları severim. Her şeye rağmen bize benzeyen bir çok yerleri, çocuk halleri, çabuk parlamaları, hissî taraflarının akli taraflara üstünlüğü falan bana sempatik gelir. Lisanlarını pek zorlukla öğrenmiş olmanın da bunda payı olsa gerekir.

 Sene 1924 Paris’te Olimpiyat oyunları münasebetiyle bulunuyorum… Ali Sami merhum o zamanki spor teşkilâtı olan “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı”nın başkanı. Ben de ikinci başkanıyım.

Birinci Olimpiyat kafilesini Paris’e götürmüşüm. Futbolu oynamışlar, meşhur Şimal (kuzey) turnesine çıkmışlar. Bu birinci kafile yalnız futbol turnuvası için mayıs ortalarında Paris’e gelmişti. Biz de ilk maçımızı 25 Mayıs günü Paris’te bir mahalle stadında Çeklere karşı oynamış, 5-2 yenilmiştik. O Çek takımı ile bugün de karşılaşsak daha iyi netice alamayız.

İkinci kafile temmuz başlarında Paris’e gelecekti. Futbolcular da o tarihte Şimal turnesinden dönüp Paris’e gelecek, 5 Temmuz 1924 de Colombes (Kolomb) stadındaki açılış merasimine iştirak edecek, üç gün sonra onlar memlekete dönecek, ikinci kafile temmuz başlarında Ali Sami’ninbaşkanlığındaki asıl Olimpiyat Kafilesi asıl Olimpiyat Oyunları’na iştirak edecekti. Bu kafilede atletler, güreşçiler, halterciler, bisikletçiler, bir de kendi kendine gelen eskrimci Fuat Bey merhum vardı.

*

Biz, ilk önce Fransızların düşündükleri ve yaptıkları Kolomb stadı civarındaki Olimpiyat Köyü’nden memnun olmamıştık. Çünkü binalar yalnız yatak odaları idi. Ayakyolları ve banyolar ayrı idi. Yemekhane ayrı bir binada idi. Sabahleyin yüzümüzü yıkamak veya gece ayakyoluna gitmek için evlerden dışarı, açık havaya çıkmak icap ediyordu. Paris’te de yağmurlu günler az değildi. Üstelik yemekleri de çocuklarımız yemediler.

Onun için Ali Sami merhum bana, şehir içinde bize göre, bir pansiyon binası tutmamı, çocuklara alıştıkları yemekler yedirebilmek için bizim yemekleri yapabilen bir aşçı tedarik etmemi yazdı.

*

Ben Paris’i birinci defa görüyordum. Bana bu işte yardım etmesi lâzım gelen ataşemiz ise ismini hatır için vermiş ve kafileleri karşılamaktan başka bir şey yapmaya yanaşmayan mösyö Lacroix (Lakrua) adında bir genç idi. Ortalarda görünmüyor, sadece ataşelere ait kabul, davetler gibi bazı avantajlardan istifade etmekle yetiniyordu.

Ben önce öteki takımların ne yaptıklarına baktım. Bir kısmı zaten daha bidayetinden (başından) beri şehirde yer tutmuştu. Bir kısmı da bizim gibi Olimpiyat Köyü’nden memnun kalmadığı için şehirde yer tutmuşlardı.

Bir kısmı otellerde, bir kısmı bu iş için hazırlanmış pansiyon binalarında. Meselâ İsveçliler… hâlâ hatırımdadır, çünkü oyunlardan sonra biz de oraya taşınmıştık. Faubourg Montmartre denilen Paris’in en civcivli popüler eğlence sokağında, Paris-Nice adında bir otele inmişlerdi. O zamanlar bir sporcunun kendi kendini kontrol edebileceğine bizim aklımız ermezdi. İsveçliler, belki eğleniyorlardı; ama bunun hududunu, cinsini, yaşama hızını biliyorlardı. Biz böyle bir şey yapamazdık. Onun için benim aldığım emir, Paris’in eğlence yerlerinden ve merkezinden uzak sakin ve iyi havalı bir semtinde bir yer bulmaktı… Bunu da o zaman Fransız Organizasyon Komitesi’nin açtığı yerleştirme bürosunun delâleti olmadan yapamazdım. Çünkü bütün kiralık yerler ve oteller kendilerini bu büroya kaydettirmişlerdi…

*

Bu büroyu araya araya buldum. Nerede idi, hatırlamıyorum. Büroya girdim. Göbeğe kadar sakallı bir müdürü vardı. Ona müracaat ettim. Fransızların resmî işlerde ve baştan savma havası içinde başını yana alıp yukarıdan bakan bir halleri vardır. Herif öyle bir adam. Belki bir eski tapu memuru. Belki bir belediye nüfus memuru. Belki hiçbiri. Sakallı bir Fransız. Önce hüviyetimi sordu… Daha evvelden aldığımız hüviyet kartımı çıkardım… O zaman soyadı falan yok. İsmimi Mehemmed Burhaneddin yaptılar. “R” harfini yuvarlayarak

—  Me – hemed Büganeden dedi.

Evet! dedim.

Ne istiyorsunuz?.

Biz Olimpiyat Köyü’nden memnun kalmadık. Onun için şehirde bir yer istiyoruz. Yeriniz var mı?..

Yerimiz var. Otel mi, pansiyon mu?..

Pansiyon isterim. Ve merkezden mümkün mertebe uzak.

Daha kolay…

—  Acaba bana bir kaç adres verebilir misiniz?..

Her bina için 100 frank ücret vereceksiniz mösyö!..

—  Neden?..

E sizi oraya götüreceğiz. Bu hizmete mukabil bir şey almamız lâzım.

Ama siz buraya gelen misafirlere yardım için ve kendi yerlerinizi kiralamak için bu büroyu açmış olmalısınız. Ücret istemenizi anlayamadım.

Elindeki liste defterini kapattı..

— (Soğuk soğuk gülerek) tarifemiz budur müsyö!. Başka bir arzunuz?

Bir içerledim, bir içerledim. İşte o zamandan beri Fransızların turizmde ve otelcilikte muvaffak olacaklarından şüphe etmeye başladım. Bu işkilim hâlâ tamamen zail olmuş değildir…

Ama kendimi tuttum. Şu sakallıya bir oyun oynamam lâzımdı.

Peki. Ama siz beni istemediğim yerlere götürürseniz boşuna paramı almış olursunuz!…

Siz nereleri istiyorsanız oralara götürebilirim.

Ben Paris’in yabancısıyım. Şehrinize birinci defa geliyorum. Semt falan bilmem. Ama bana merkezden ve gürültüden uzak hangi semtlerde yeriniz var. Onları söyleyin. Ben gidip semti göreyim. Münasipse binaları da gezdirirsiniz.

Olabilir.. dedi. Defteri açtı. Mırıldanarak isimleri okudu.

Mesela “Porte d’Orléans” semtini biliyorsunuz. Güneye düşer. Paris’in en iyi havalı semtidir.

Porte’un, Kapı’nın yanında mı!.

Hayır. Monsouri parkı civarında bir bina var. Sonra sol kıyıda bir kaç bina var…

Peki teşekkür ederim. Siz her gün çalışır mısınız?

Pazardan başka her gün şu saatlerde..

Au revoir mösyö.

Au revoir.

Oradan çıkar çıkmaz atladım metroya, yeraltı trenine, doğru o parkın yakınında o isimdeki istasyonda indim. Şöyle bir dolaştım… Bir bakkal dükkânı.

Buralarda kiralık pansiyon var mı?…

Yüzüme baktı. Olimpiyatlar için mi?…

— Evet!..

Zannederim. Şu sokağın ilerisinde bir pansiyon var. Bir kere bakınız…

Gittik oraya. Kime sorarsınız?… Bir küçük aktar. Aynı suali sordum.

Böyle bir pansiyon arıyorum.

Ha!. Evet!. Brillet – Savarin sokağındaki eski kız pansiyonu. Şuradan sapın, diye tarif etti…

Buldum binayı. Tam istediğimiz gibi bir yer… Kuş uçup kervan geçmiyor… Çaldım kapıyı bir kadın çıktı…

Binayı görebilir miyim?

Nereden geliyorsunuz?..

Olimpiyad Komitesi Yerleştirme Bürosu’ndan.

Buyurun.

 Gezdim. Temiz, muntazam bir bina. Mutbağı da var.

Uzatmayalım… Binanın sahibini bulduk. Anlaştık ve Montmartre’da Oasis isminde bir lokantanın sahibi bir Rum ile de mutbak hususunda mutabık kaldık. Kafile oraya indi.

İdareciler, antrenörler herkes memnundu. Sade çocuklar.

Nedir burası Paris mi?.. Eyüp Sultan gibi yer. Diyorlardı.

Ben mi? Sakallıya hâlâ gülerim.