Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Olimpiyatlar ve spor seyahatleri (Milliyet Magazin)

Olimpiyatlar ve spor seyahatleri (Milliyet Magazin)

Milliyet Magazin

Yayın Tarihi: 16.07.1978

Geçmiş Zaman Olur ki…

(1924 Paris Olimpiyatları)

Olimpiyatlar ve spor seyahatleri

Bu yılın anlattıkları 50 senenin ötesine geçti mi, çoğumuz için, bilhassa 50’nin altındaki nesil için —ki, 35-40 milyon kadar vardır— tarih olur, çünkü günlük hayatın bütün hikâyelerini anlatan gazetelerin yazısı 1928’de başlayan Harf İnkilâbı’yla bunlar için şifre olmuştur. Birisi anlatırsa öğrenirler. Onun için ben bu seride bir Türk genci, bir spor idarecisi olarak o tarihlerden evvel gördüğüm, işittiğim ve yaptıklarımı anlatırsam, bunların bir belgesel kıymeti olmasa da hikâye değeri vardır. İyi yazarsak tatlı tatlı okunur… diyerek giriyorum.

Çok karıştırınca bizim gayrî resmî olarak, yani bugünkü nizami şartların dışında 1912 Olimpiyatları’na iki kişiyle iştirak ettiğimiz anlaşılır. Bunlardan birisi Papazyan adındaki bir Ermeni’dir. Birkaç sene evvel galiba Türkiye’de bir gazeteciye mülâkat vermişti. Ondan sonra 1916’da harp vardı. Olimpiyat olmadı. 1920’de Belçika’nın Anvers şehrinde yapılan 7’nci Olimpiyat Oyunları’na katılmadık. Çünkü biz o esnada Millî Mücadele’yle meşguldük. Ve ilk girdiğimiz, hem de bütün şartlarını ikmal ederek girdiğimiz ilk Olimpiyat Oyunları, 1924’de Paris’te yapılan 8’inci oyunlardır. Paris Oyunları ikiye ayrılabilir. Birisi asıl oyunların açılış tarihi olan 5 Temmuz 1924’ten evvel olan müsabakalar, diğeri o tarihten sonra bilhassa Olimpik Stadı’nda,Colombes (Kolomb) Stadı’nda yapılan müsabakalardır.

Onun için futbol takımından teşekkül eden 24 kişilik ilk kafile İstanbul’dan Nisan’ın 20’sine doğru yola çıktıydı. Bu da ayrı bir hikâyedir. Olimpiyatlara katılacak Türk takımı esas olarak üç büyük kulüpten teşekkül ediyordu. Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu. Müstesna olarak kaleci Hamit, Süleymaniye’den alınmıştı. Bir de galiba Harbiyeli Cemal vardı. Takım 16 kişi idi. İsimlerini birkaç eksiği ile sayabilirim. Ölmüşlere rahmet, hayattakilere âfiyet dileyerek kaleciden başlayalım: Kaleci Nedim ve Hamid.

Bekler: Galatasaraylı Ali, Fenerli Kadri ve Cafer.

Haflar: Aslan Nihat, Yavuz İsmet, Cafer.

Forvetler: Zeki, Alaaddin, Bedri, Sabih, Leblebi Mehmet, Bekir, Cemal, Muslih.

Daha vardı, ama hatırlamıyorum. Kafile Başkanı bendim. Yusuf Ziya merhum Futbol Federasyonu Reisi idi. Bu kafilenin seyahat ve Paris’teki ikamet işlerini o hazırlamıştı. Hamdi Emin İkinci Reis idi. Altınordu’lu, Otomobil Nuri, sağlam ve zengin çocuğu olduğu için mihmandar olarak kafileye katılmıştı. İdareciler içinde Fenerbahçe’den kimse yoktu. Nasuhi Baydar’ın galiba teşkilâtta vazifesi olmadığından seçilememişti. Ama Fenerbahçe’nin tazyikiyle onu da masrafı kendine ait olarak kafileye aldığımızı sanıyorum. Bir de rahmetli Sait Çelebi. Gazeteci.

Kafilenin 24 kişi olduğunu, 24 kişilik yolcu bileti aldığımız Jacque Feressinet adında on bin tonluk şilebin ancak bize 20 kişilik kamara vermesinden hatırlarım. Vapurda 12 çift yataklı kamara varmış. İkisini bizden evvel satmışlar. Birisi bir Fransız konsolosu idi, ötekini hatırlamıyorum. On kamaraya 20 kişi sığıyorduk. Gerisi için büyücek olan kamaralara yer yatağı koyacaklardı. Ben kafile reisi olarak bu yer yatağında nöbetleşe idarecilerin yatmalarını teklif ettim. Kabul edildi. 10 gün Sait Çelebi ve Nasuhi de dahil 6 kişiyi yerde yatırdık.

Burada bir küçük noktayı açıklamak isterim. Dikkat edilirse 1924 Olimpiyat Futbol Turnuvası’na iştirak eden Milli Takım’da Beşiktaşlı oyuncu yoktu. Çünkü Beşiktaş’ın futbol tarihi daha sonradan başlamıştır. Hatta idman Cemiyetleri ittifakı kuruluş çalışmalarına da çağrılmamış olması yüzünden bu teşkilâtı tanımamaya kalktı. Büyük spor idarecisi Şeref merhumu ben o münasebetle…. Union kulüple yapılan bir toplantıda tanıdım. Onun için Beşiktaş Kulübü 1924 Futbol Milli Takımı’na oyuncu veremedi. Ama güreşçi ve eskrimci verdi. Bu seyahatte bir başka mesele de kafile başkanlığı oldu. Birinci kafile dediğim gibi, Nisan ayının 20’sinde falan yola çıkacaktı. Ama daha evvelden takımın oyuncuları ve idarecileri kesinlikle belli olmuştu. Sadece kafile reisi belli değildi. Ali Sami merhum İdman Cemiyetleri İttifakı Birinci Reisi, ben İkinci Reisi idim. Birinci futbol kafilesine beni Kafile Reisi yapmaya karar verdi. Çünkü ben üç büyük kulübün dışında bir kulübe, Anadolu Kulübü’ne mensuptum. Aynı zamanda İdman Cemiyetleri İttifakı İkinci Reisi idim.

Biz Paris’te 8’inci Olimpiyat Oyunları’na iştirak ederken Millî Olimpiyat Komitesi şu zatlardan teşekkül ediyordu:

Reis-i Fahrî: Başvekil İsmet Paşa.

Reis: Selim Sırrı Bey. Beynelmilel Olimpiyat Komitesi Türkiye Murahhası.

İkinci Reis: Hasib Bey. Sabık Ziraat Umum Müdürü.

Genel Sekreter: Ali Sami Bey. Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Reisi.

Üyeler: Burhanettin Bey. T.İ.C.İ. İkinci Reisi, Taib Servet Bey. T.İ.C.İ. Muhasebecisi, Refik İsmail Bey. Dava vekillerinden, Suudi Bey. T.İ.C.İ. İstanbul Mıntıkası Reisi Yusuf Ziya Bey. Futbol Federasyonu Reisi, Menemenlizade Muvaffak Bey.

Hasib Bey, eski bir eskrim amatörü olarak Paris’teki tahsili sırasında Olimpiyat Oyunları kurucusu Baron de Coubertin’le eskrim yaptığını bana söylemişti. Taib Servet Bey eski Millî Müdafaa Cemiyeti Kâtibi Umumîsi ve sonradan İstanbul Ticaret Odası Genel Sekreteri’ydi. Anadoluhisarı İdmanyurdu kurucularından çok faal ve bilhassa kuruluş sıralarında teşkilâta hizmeti geçmiş akıllı, bilgili bir zattı. Refik İsmail Bey zamanın İstanbul Halk Partisi İstanbul Mutemedi veya Müfettişi idi. Partinin her yerde parmağı olması lüzumuna binaen heyete alınmıştı.

İşte bu durumda bir heyetin tertip ettiği Olimpiyat Kafilesi’ne reis aranırken Ali Sami Bey bende ısrar etti. Fenerliler Nasuhi Baydar’ı teklif   Teşkilâtta yeri yoktu. Olmadı. Ve bu yüzden kafilenin daha hareketinden evvel bazı gazetelerde Fenerbahçe taraftarları bana hücuma başladılar. Bunlardan biri de İkdam gazetesini çıkarmakta olan rahmetli Ali Naci Bey’di (Ali Naci Karacan). Benim lisan bilmediğimi, Paris’e kafileyi nasıl idare edeceğimi soruyordu. Ben de ona bir cevap verdim.   Ama hangi gazete ve mecmuada? Onu hatırlamıyorum. Çünkü o tarihte ben gündelik gazetelerde devamlı gazeteciliğe henüz başlamamıştım.

*

Her şeye rağmen kafile yola çıktı. Bineceğimiz şilep Bulgaristan’ın Varna limanından binlerce tavuk yüklemişti. Bu tavuklar kafesler içinde ve güvertede oldukları için arkasına düşenlerin, tavuk kokusundan hatta tavuk bitinden kurtulmalarına imkân yoktu.

Ama elimizdeki 17 bin lirayla Olimpiyatlara ait bütün teçhizat ve yol parasını düşünmek mecburiyeti bizi bu yolu tercihe sevk etmişti. Gemi 10 günde Marsilya’ya gidecek. Oradan 14 saatte trenle Paris’e varacaktık.

Yola çıktık. Kameralar güzeldi. Yatak meselesini çocuklara düşündürmedik bile. Vapur İstanbul’dan erken kalktı ve Marmara’nın açıklarında öğle yemeğine buyur ettiler. Aşağı katlarda üçüncü sınıf bir yemek salonu. Muşamba örtülü masalarda herkesin tabağı, çatal-bıçağı. Tabaklar içinde yeşil ve kalın dört-beş çiğ bakla duruyordu. Ben şaşırdım. Bize hizmet eden kamarotu çağırdım:

— Bunlar nedir? dedim.

— Bakla! dedi.

— Ne olacak bunlar?

— Ordövr olarak yiyeceksiniz! Deyince ben dayanamadım:

— Bizim memlekette baklayı bu haliyle ineklere yedirirler. Nerede bu geminin komiseri? Diye bağırdım.

Az sonra esnaf kılıklı tıknazca bir Fransız geldi. Durumu sordum.

— Mösyö, dedi, sizin biletinizin kamera kısmını vapur kumpanyası temin eder. Birinci sınıf kamaraların yanında yemeğinizi üçüncü sınıf olarak ödemişsiniz. O paraya da ancak bu yemeği verebiliriz. Ben size tuzlu balık, arada bir sığır haşlaması falan vereyim. İyi yemek isterseniz adam başına 500’er frank daha ödeyeceksiniz! dedi.

Gerçi bende 15 bin frank vardı. Ama bu para Fransa’da herhangi fevkalâde hallere sarf edilecekti. Yemek işi olmadı. Nihayet geminin aşçısı bize acıdı. Geldi:

— Şu vapurdaki tavuklardan günde birkaç tane satın alın da size tavuk yemeği pişirelim bari! Dedi.

Öyle yaptık. Taaaa Cenova’ya kadar 8,5 gün açık denizde çalkandık durduk. Cenova’da Nuri’yi gönderdim. Oranın Kançılar’ı (Elçilik ve konsolosluklarda kağıtsal işler görevlisi)olan dostumuz Lozanî Fuat adındaki arkadaşım bize kilolarca tereyağı ve çikolata, reçel gibi şeyler alarak Marsilya’ya kadar karnımızı doyurduydu. Marsilya’dan gelişimiz ayrı bir hikâyedir.