Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Ramazana Dair…

Ramazana Dair…

Amcabey

Yayın Tarihi: 11.09.1943

Sayı: 41

Sayfa: 6

Felek’ten Rivayet

Ramazana Dair…

            Eh! Biliyorum. Artık hepinizde ağızlar mühürlü. Allah kabul etsin! Tabii oruçlusunuzdur. Benim bir küçük yeğenim var.. Ona oruca nasıl niyet edildiğini öğretmişler.  Küçücük ağzı ile dün bana:

            — Ekmeği yedim kuruda, suyu içtim duruca, niyet ettim bugünkü oruca. Dedi ve bunu bana öğle yemeğini yerken söyledi.

            Sizinki de galiba onunki gibi.

            Oruç hakkında bazı fıkralar vardır: Hepiniz bilirsiniz. Bunları size yazmakta bir fayda görmem. İşitmediğinizi sandığım bir ikisini yazıvereyim.

                                              *

            Bektaşi’ye sormuşlar:

            — Ayol! Oruç yiyorsun! Ayıp değil mi?

            — Erenler, demiş. Sen buradan girene bakma, çıkana bak!

            Gerçi öyledir. Ağızdan girenin ne ehemmiyeti var, insan ağzından çıkanı bilmeli!..

                                                        *

            Yine bir Bektaşi canına sormuşlar:

            — Efendi! Orucu mu seversin, namazı mı?

            — Orucu.

            — Neden?                                                                                                  

            — Yenir de ondan!.. demiş.

                                                              *

            Size bir üçüncü fıkra daha:

            Eskiden konu komşu birbirini iftara davet ederdi. Bu âdetin cari olduğu bir ramazan, mahalleliden biri bir komşusunu iftara çağırmış. Bu gibi davetlere ezana on dakika kala gidilir. Çünkü aç karnına tiryaki kafası ile çan çan etmeye kimsenin hali yoktur. Onun için bizim davetli de topa on dakika kala iftar sahibinin evine giderken yolda başka bir ahbabına rast gelmiş:

            — Ooo! Nereye böyle geç vakit?

            — Ali Bey iftara çağırmıştı da…

            — Yaa! Aman ben de geleyim. Hanidir görüşmek istiyorum. Gelmiyorsun diye serzeniş ediyordu.

            — Pek âla!…

            Ne desin adamcağız?. İkisi beraberce giderlerken bir üçüncüye rast gelmişler:

            — Maşallah! Böyle geç vakit! Muhakkak iftara değil mi? Nereye?

            — Ali Beye gidiyoruz.

            — Aman, iyi! Ben de geleyim..

            — Nasıl olur canım. Bu adam beni çağırdı. Yolda beye rast geldim. O da gelmek istedi. Şimdi sizi de…

            — Siz kasavet çekmeyin. Ali Bey değil mi? O beni tanır!..

            Nihayet iftar sahibinin evine varmışlar. Kapıyı çalmışlar. Adamcağız oruçluların topa yakın hissettikleri asabiyet ve tiryakilikle kapıyı açıp ilk davetliye:

            — Buyurun! demiş. Lâkin arkasından bir ikinci girince gözlerinde beliren öfkeye cevap olsun diye ilk davetli:

            — Efendim! Yolda Nuri Bey biraderinize de rast geldim. Sizi ziyaret etmek istiyormuş. Fırsattan bilistifade…

            Ne desin, ev sahibi ona da:

            — Buyurun! dedikten sonra bir üçüncünün girdiğini gördüğü zaman dayanamamış:

            — Ya, bu namussuz kim? diye sorunca, beriki pişkin, ilk davetliye:

            — Nasıl, beyefendi beni tanır demedim miydi!.. demiş…

            İnsan bir kere utanmamaya karar vermeye görsün. Ona her kapı açıktır…

B. FELEK