Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Sofya’ya doğru (Milliyet)

Sofya’ya doğru (Milliyet)

Milliyet

Yayın Tarihi: 28.08.1934

Sayfa: 3

FELEK

Sofya’ya doğru

— Balkan notları —

Gece seyahate başlamayı sevmem. Bitirmeyi de sevmem ya… Çünkü göz, ayrıldığı yeri göremez. Kısa da olsa ayrılışların kendine mahsus biberli bir tadı vardır. Bu tat gece duyulmaz. Gözü yumuk gibi gidersiniz. İşte bunu sevmem.

Bu sefer Zagreb’deki Balkan Oyunları’na giderken tren dokuz buçukta kalktı. Bir kaç hamal ve bir iki kondüktörle ancak kalabalıklaşan Sirkeci garının her türlü ayaklarla çok çiğnenmiş rıhtımında yolcu geçirmeye gelmiş iki veya üç kişiden başka kimse görünmüyordu. Garı hayıflanmadan terk etmiştim. İki üç dakika sonra gözümün önüne dünyanın en güzel manzaralarından biri serildi. Marmara sanki suyu boşaltılmış ve on beş günlük aydan akan nurla dolmuştu. Baktım, baktım… Hemen orada tanıştığım bir Fransız diplomatı da, hayran hayran bakıyordu.

İkimiz de:

— Ne güzel! Dedik. Güzel kelimesinin bu kadar yerinde kullanıldığına az tesadüf edilir.

İşte, bu manzara bana bir hapishane avlusu çeşnisi veren Sirkeci garının gecelik kılığını unutturdu ve İstanbul’dan ayrıldığımı duyurdu. Ayrılışların kendine mahsus biberli bir tadı vardır.

* * *

Yataklı vagonda uyumak yalnız bir ümittir. Çok defa bu ümit tahakkuk etmez. Benim gibi yatağımın somyesi ses çıkarınca uyanan bir adamın altında muttasıl (sürekli olarak, hiç durmaksızın) hareket eden bir vagon olursa nasıl uyur. Bu bir nevi mızganmadır ki (uyku ile uyanklık arası bir durumda bulunmak, ımızganma), yolcuya istirahat tesellisi verir. Hele kompartıman arkadaşınız horlayan bir adam olursa azabın ölçüsü yoktur.

Çok şükür ben yerimde yalnız kalmanın yolunu buldum. Bu yol, para cüzdanından geçen bir keçi yoludur.

* * *

Gece yalnız Kabakça istasyonunu seçebildim. Ondan sonrasını bilmiyorum. Yolcuların uykusu kaçmasın diye sıkı sıkı kapanan perdelerin arkasından geçen yerleri sezemedim. Durduk, gittik, gittik, durduk. Sabahleyin gözümü Bulgaristan’da açtım. Bulgaristan göz açılacak bir yerdir.

Hat boyu hep ekilmiştir.  İçerileri bilmem. Ve Sofya’ya kadar hemen hemen hep Türk mıntıkalarından geçilir… Kravatlı ve kostümlü adamlara ender tesadüf edersiniz. Orada da bağrı açık adamlar çoktur. Çocuklar kısa pantolon giyiyor, yalın ayak geziyorlar. İstasyonların isimleri arasında Sârım Bey gibi Türk adları da var. Hat boyu mamur görünüyor.

Lâkin bindiğimiz trenin adı Eksprestir. Yani — sürat katarı —Bulgaristan’da her çeyrekte bir duruyoruz. Durmasak da saatte 30 — 35 kilometreden fazla yürüdüğümüz yok ki!. Bu ağırlığın sebebi ikidir:

1 — Hat tektir. Mütemadiyen tren karşılaşması var.

2 — Hat zayıftır. Fazla sürate tahammülü yok.

Rivayete göre Niş’ten sonra hızlanacakmışız. Sofya’ya doğru gidiyoruz. Gözümün önünde türlü şoseler, taşlı bir dere ve çorak dağlar var… Daha evvel geçtiğimiz ekilmiş ovaya nazaran bu arazi çok daha fakir…

* * *

Sofya’nın varoşları tozlu ve tuğladır. Fabrika bacasına sık tesadüf edilmez. Odun ve kütük çok. Kenar garlarda eski ve koridor halinde vagonlar meçhul bir akıbet beklerler. Su yatakları bir kuru çeşme yatağı gibi boş ve kuru. Araba, araba. Hep yük arabaları.

Sofya garının manevra sahası çok geniş. Belki yirmi tane lokomotif, güneşte baş başa vermiş koyunlar gibi bekliyorlar. Yavaş yavaş gara giriyoruz. Bir küçük çocuk elinde ‘gülyağı’ ilânını pencereden uzatıyor. Sıcak sıcak. Güneş bir müstantik (sorgu yargıcı) gözü gibi üzerime dikildi.

Sofya’da 50 dakika kalacağız. Kalmasak ne olurdu?.

FELEK