Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Tulumbacılar (Milliyet Magazin)

Tulumbacılar (Milliyet Magazin)

Milliyet Magazin

Yayın Tarihi: 20.08.1972

Sayfa: 3

Yaşadığımız Günler

Tulumbacılar

İstanbul, fethinden bu yana büyük yangınlar geçirmiştir. Bunların pek azı tarihlerimize geçmiştir… En meşhuru Naima’nın yazdığı İstanbul’daki büyük yangındır. 1043 Hicri senesi Sefer ayının 27 nci günü Cibali kapısı dışında bir Kalafatçı dükkânında çalıların tutuşmasiyle çıkmış, şiddetli poyraz rüzgârı yüzünden yanındaki kayıkhanelere “yapışıp” kaleden içeriye sıçramıştır. Naima bu yangını iki tarih sayfasında hikâye eder. Hepsini buraya nakletmek kabil olmadığından son kısımlarını aşağıya geçiriyorum.

“Ateş kale hisarından içeri girip rüzgârın hiddetinden söndürmek mümkün olamayıp Paşa ve Ağa ve Kul erişinciye kadar Aya kapısı,  Cibali Kapısı ve Mustafa Paşa çarşısı yandı. Hamza Paşa sarayı, ona bitişik Yahya Paşa sarayı gibi her biri dört beş katlı binalar gözle kaş arasında tutuşup yanlarına yaklaşılamayacak hale geldiler. Ve hemen Aşık Paşaya doğru yürüyüp Çok Çeşi Efendinin içerisi ve tavanları altın yaldızlı süslü sarayları gibi ince binaları yakıp oradan üç kola ayrıldı. Bir kolu Kadı çeşmesi semtini yakıp Sultan Selim semtine kadar varıp o havalideki Ulema ve Kazaskerlerin evleri yandı. Bir kolu da sahilden ilerleyip Haydarpaşa ve Üsküplü camii semtlerine yürüyüp Unkapanı ve Zeyrek yokuşuna varıncaya kadar olan binaları yakıp Pirinççi zade sarayına dayandı. Oradan ateş Zeyrek’ten dönüp At pazarına yürüdü.

Üçüncü kol ki orta koldur. Aşık Paşa’dan İfraziyeyi ve Sultan Ahmet camiinin iki yanındaki evleri yakıp sonra Büyük Karaman, Küçük Karaman ve bütün Saraçhaneyi yakıp Sarıgüzele yürüdü. Saadetli Padişah sayısız Bostanzade vezirler ve maiyetleriyle yangını söndürmeye gayret ettilerse de mümkün olamadı. Ve cümlesi duadan başka yapacak bir şey kalmadığını gördükleri sırada Yeniçeriler Balat ve Sultan Selim’in ardına düşen semtleri korurlarken orta odalar ateş alıp Yeniçeriler odaları semtine siirdip gördüler ki yanaşmaya imkân kalmamış. Naçar geri çekilip seyirci kaldılar ve ağa büyükleri yanıp yaya başılara ulaşıp Cuma günü akşam olup yangın ateş tufanı halinde devam ediyordu. Yatsı zamanına kadar Orta cami ve cümle odalar yandı. Sonra Halıcı köşküne oradan Molla Gürani’ye velhasıl Cuma günü ve Cumartesi günü 24 saat devam etti ve Cumartesi günü rüzgar hafifleyip yangın da söndü. Fatih camiinin minare külâhları ve bunca camiler, mescitler, hamamlar, evler ve akarlar, çarşılar, hanlar ve Evkaf pek çok binalar yandı.

Yangın Haliç kenarından Molla Gürani’ye varıncaya kadar –ki İstanbul’un enidir- uzanıp, Fener Kapısı’ndan Sultan Selim ve taa Mesih Paşa civarına yakın semtlere kadar genişleyip Bali Paşa ve Lütfü Paşa camileri semtindeki Şahı-Hubân sarayına dayandı. Ve bu hizadan şarka doğru Unkapanı yakınlarından yukarı At Pazarı ve Bostanzade evleri ve Sofular çarşısı semtine kadar olan yerleri harap eyledi.”

“Hocapaşa Yangını,,

 Eylül 1634’de vuku bulduğu anlaşılan bu yangından sonra daha yakın tarihlerde İstanbul’da Hocapaşa yangını, Beyoğlu yangınları gibi büyük yangınlar olmuş, hatta en yakın tarihte Çırçır, Fatih, Haydar yangınları günlerce sürerek İstanbul’u kül etmiştir… Şimdi Tayyare apartmanları denilen binalara işte büyük yangınların birinden sonra Harikzedegân apartmanları ismiyle yaptırılmış idi.

İstanbul’da büyük yangınların önü ancak itfaiyenin mümkün mertebe motörlü ve mükemmel hale gelmesi ve ahşap inşaatın yerini kârgir binaların almasiyle mümkün olmuştur.

Buna rağmen Çırağan Sarayı, Ayasofya’daki eski Mebusan ve Adliye binaları, birçok depolar ve en son Taksim’deki büyük Opera binasının yanmasının önüne geçilememiştir.

Türkiye’de yangın söndürme vasıtası klasik olarak belki hâlâ bazı binalarda bulunan su kovaları, balta ve kancalardan ibaret idi. Tabii bunlarla ancak küçük ateşler söndürülebilirdi.

Türkiye’ye Damat İbrahim Paşa (Üçüncü Ahmed) devrinde 1716-1717 tarihlerinde “Davit” adındaki Felemenkli bir yahudi kendi icat ettiği bir tulumbayı getirmiş, tecrübesi yapılarak beğenilmiş ve Yeniçeri ocağına bir “Orta” daha ilave edilerek başına bu yahudinin adı – belki de dini – değiştirilip Davut Ağa ismiyle bu ortanın başına getirilmiştir.

İşte düne kadar mevcut olan ve omuzlarda taşınan mahalle tulumbalarının ilk şekli bu olmuştur.

Tulumbaların bir Ağası, bir Reisi vardı. Ağa ekseriya sandığın arkasından atla giderdi. Diğerleri yangına yalın ayak koşarak giderilerdi. Bir tulumba takımının marifeti sandığı omuzlarında koşarlarken tulumba başlığının, yani üstteki güneş veya ay yıldız gibi madeni süsün oynamaması idi…

Amaç önce yetişmekti

Tulumbaların yegâne gayretleri başka tulumbalardan önce yetişmek ve paralı mal sahiplerine angaje olmaktı. Bunun için arkadan yetişen veya öndekini yakalayan mutlaka dövüş olurdu. Bu dövüşe, tulumbaya takılan baskı kollariyle, hatta sırasına göre hortumun başına takılan boru ile girişilirdi.

Aslında bu tulumba git gide İstanbul’da bir halk sporu halini almış çoğu zaman daire ve kalem efendileri yangın olunca dizliği çekip tulumba koğuşuna koşmuşlardır. Bu meraklılardan biri de uzun zaman spor işlerinde çalıştığım, Beşiktaş Kulübünün kurucularından büyük Şeref bey idi. Pekiyi dostum olan Şeref merhum, Gaziosmanpaşa Ortaokulu tarih muallimi ve Darülfünun Edebiyat şubesi mezunu idi.

Bu münasebetle Sultan Aziz’in bu tulumbacılar hakkındaki bir fıkrasını nakledeyim.

Sultan Aziz bir gün, Dolmabahçe Sarayı müştemilatından camlı köşkte otururken caddeden nara atarak bir tulumba geçmiş. Her halde bir yangına gidiyorlarmış. Sultan Aziz köşkün penceresinden yalın ayak, başı kabak geçen tulumbacıları seyrettikten sonra Baş Mabeyincisi Nuri Paşa’ya

— Nuri!.. Millet, Millet dediğiniz bu baldırı çıplaklar mı? Bunlardan ne olur. Bunlar ne yapabilirler?

Gibi bir sual sorunca Nuri Paşa kemali edeble:

— Evet şevketmeâb!.. Millet bunlardır. (ve eliyle Dolmabahçe önünde demirli duran donanma gemilerini göstererek) şu Donanmayı Hümayun’unuz bunlardan olur. Has ahırı bunlar yaparlar, Sarayı Hümayun’unuzun, hazinenin gelirlerinin çoğunu bunlar verirler… Matbah-i âmirenizde…

Sözünü bitirmeden Padişah!

— Çık defol! diye Nuri Paşayı kovmuş. Baş Mabeyinci bu sözlerden dolayı üç ay kadar menküp kalmış diye rivayet edilir.