Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Tütün – kadın – üniforma (Milliyet)

Tütün – kadın – üniforma (Milliyet)

Milliyet

Yayın Tarihi: 30.12.1934

Sayfa: 4

FELEK

Tütün – Kadın – Üniforma

— Gezgin yazıları —

Londra’da sigara içmeyen, pipo içmeyen erkek görebilirsiniz. Lâkin sigara içmeyen kadına rast gelemezsiniz… Bu son birkaç sene kadının ağzını burnunu bacaya çevirmiştir. Bizim gibi ihracat mallarının en büyük kalemi tütün olan bir memleket için bu sevinecek bir şeydir… Gelgelelim: burada bizim sigaraları bulmak kuş sütü bulmak kadar güç. Londra’nın en kalabalık yeri ve hemen merkezi olan oturduğum mahalle ve civarında yalnız bir otelin üstündeki tütüncüde bizim sigaraları bulabilirim. Halbuki burada Türk tütünü bulsalar, amma hakikî Türk rejisi tütünü bulsalar, kapışırlar. Her şeyden evvel şunu bilmeli ki en ucuz sigaranın paketi bizim para ile otuz kuruş. Artık bizim sigaralar buraya gelirken üstüne ne kadar masraf binerse binsin, müşteri bulacağına şüphe etmemeli. Yalnız şurasına çok dikkat lâzım, güzel ambalâj; şık kutu. Kısaca: Müşteriye güzel sokulmalı.

* * *

Kadın deyince aklıma geldi. Londra’da ayak bileği kalın kadın vardır. Fakat ecnebidir. İngiliz kadınının kalem kemiği etsiz ve ince. Spor ve yürümenin neticesi. Oturduğum berhanenin holü türlü türlü adamların karargâhıdır. Hitler’den kaçmış Almanlardan tutun da Amerikalı artistlere kadar. Geçen akşam yemek yerken arkamda Amerikan filmlerinde haydut ve kabadayı rolü yapan (Georges Bancroft) ismindeki artisti görmiyeyim mi? Kalkıp herifin elini sıkacaktım. Yanında kızı mı, karısı mı belli olmıyan bir kadınla bir de yenge mi kaynana mı, belli olmayan diğer yaşlı bir hatun vardı. Başka gün görüşürüm dedim. Ertesi gün de herif görünmedi…

Burada o kadar garip genç kadınlara rast geliyorum ki; gülmemek için dudaklarımı ısırıyorum… İngiliz kadınları giyinmesini bilmiyorlar. Fakat tabiat süslü yaratmış. Bir tanesi var: saçlarını açık eflâtuna boyatmış. Bir tanesininki âdeta bembeyaz ve bütün bir sıra kadın var ki; akşamları bizim lokantada rastgele bir erkek yanında yemek yemeğe geliyor… Kimisinin sırtında 3000 papellik kürk, kimininkinde beş kâğıtlık hırpanî manto. Fakat hepsinin dudaklarında kırmızı birer gülümseme… Her akşam başka bir erkeğin yanında senli benli lâf ederek yiyen bu kadınların hayatı böylece bir, ya birkaç günlük yataklarda geçmekte olduğu anlaşılıyor. Nerede İngilizlerin sıkı iffet telâkkileri, nerede bu manzara?. Zaman, kiliseyi, sinagogu, mabedi ve mescidi önüne katmış sürüklerken kadın buna nasıl dayansın!… Yalnız, gençlik ve güzellik sonsuz ve bitmez olsa!

Ceylân bacağı gibi bir ayak bileği, sürahi gibi bir baldır, gönül kadar derin gözler ve billûr kahkahaların seslendiği kapısında inci dizili pembe dehlizler yıpranmasa, eskimese ve solmasaydı…

Burası sıcak bir yer değildir. İstanbul’dan – sanırım – beş altı derece yukarıdadır. Akşamları ince ve uzun etekler, fakat kalın kürk mantolarla dışarı çıkan İngiliz kadınlarının hepsinin başları açık. Bir kısmı yalın ayaklarına birer yaldızlı sandal giymişler – bu bir giyinme ise –  Üşüyorlar mı üşümüyorlar mı bilmem. Fakat niyetleri güvercin topuklarını göstermektir. Ben böyle bir kadınla sokağa çıkabilir miyiz:? diye evirdim, çevirdim. Yutamadım…

* * *

Londra’da elektrik fiyatı çok ucuzmuş. Ne kadar olduğunu bilmiyorum amma bizimkinden yarıdan fazla ucuz. Böyle olmasa zaten heriflerin hali haraptır. Çünkü:

— Başka mevsimi bilmem. Fakat şu sırada sabah saat yedi buçukta şafak atıyor; sekiz buçukta aydınlanıyor…. Öğleden sonra üç buçukta hava kararır, dörtte gecedir; düpedüz gecedir. Her taraf elektrikle çalışır. Onun için bizim gibi gün ışığına alışmış olanların gözleri yoruluyor.

Pazar günü – sokaklar tenha olduğu için – ötekine berikine çarpmadan rahatça gezeyim diye – gece saat dört buçuğa doğru – sokağa çıktım… Londra caddelerindeki şehir ışığı azdır. Hele Paris gibi çok aydınlık yerlerle mukayese bile edilemez. Mağazaların kapalı olduğu günlerde hususî ışıklar da eksilince sokaklar bayağı karanlıkça oluyor.

Açık ve aydınlık vitrinlere baka baka gezerken bir bando muzikanın yaklaştığını gördüm; bekledim. Belki bir polis muzikası Arkalarında erkek ve kız birtakım gençler de vardı. Ellerindeki gönder dik durduğundan bayrağı açılmıyordu ki, ne olduğunu okuyayım… Öğrenemedim, geçti…

Yalnız bir şey tuhafıma gitti. Bu bando ezber bir parça çalamıyor; nota ile çalıyor…. Olurya! Olur amma gece karanlık bir sokaktan geçerken notayı görmek için bir çare lâzım. Bu çare; muzika takımının içinde bayrak tutar gibi yüksekte tutulan iki tane büyük asetilen feneridir. Bununla bütün mızıkacılar notalarını görüyorlar…

Bunu size yazarken aklıma geldi. On beş güne yakındır Londra’dayım. Bu kocaman ve kıpırdayan şehrin içinde bir tek üniformalı askere rast gelmedim… Yalnız pazar günü bir Bahriye neferi, bir de İskoç askeri gördüm. Bunların askerleri, zabitleri hiç sokağa çıkmazlar mı?. Halbuki İngilizler kadar üniformaya düşkün millet az vardır. Değil beylik daireler, hattâ büyük mağazalar ve kahvehanelerin kapıcıları, sinemaların çığırtkanları, asansörcüler, otel kapıcıları, garaj bekçileri – hep üniformalı – ve yarma adamlardır… Acaba Londra’da askerî kıt’a yok mu?.

Londra: 24.12.1934

B. FELEK