Sitede yer alan tüm yazı, belge ve fotoğraflar “FBBM” Felek Belge Birikim Merkezi’nden alınmıştır. İzinsiz kopyalanması, çoğaltılması ve kullanılması yasaktır. Arşive yazı, fotoğraf ve belge girişleri devam etmektedir.

Merhaba Hoca Efendi

Merhaba Hoca Efendi

Cumhuriyet
Yayın Tarihi: 05.07.1964
Nasrettin Hoca

Merhaba Hoca Efendi

Hani «Hoca merhum» demeye bile insanın dili varmıyor. Nasrettin Hoca o kadar canlı
olarak aramızda yaşıyor ki!
Bu yazıya şöyle girmem yakışır.
Festival vesilesiyle Akşehir’deyim. Röportaj yapıyorum:
Hocanın oturduğu yeri soruyorum… Salık veriyorlar.
— Camiin yanından sap! Köşedeki ev değil, onun yanındaki..
Varıyorum eve.. dolma dedikleri arası kerpiçle örülmüş bir katlı Anadolu evi.. alt katı
ahır.. bir cumba.. bir kalın baca.. ve üzerinde bir leylek yuvası.. yanında bir küçük bahçe..
yaprakları tozlu bir kaç ağaç.. kapı tokmaklı.. vuruyorum.. bir kadıncağız sesleniyor..
— Kim o?
— Hoca Efendi evde mi?
— Bu vakit Hoca Efendi evde olur mu?
— Nerede bulurum acaba?
— Bir yol mektebe bak; bulamazsan kahveye bak!
Kahve kalabalık.. ikindi sıcağından kaçmak için çardak altına toplanmışlar.. selâm
verip giriyorum..
— Nasrettin Hocayı aradım.. buralarda mıdır?..
Gürce bir ses cevap veriyor:
— Tanır mısın Hocayı?
— Hayır tanımam, İstanbul’dan geliyorum da…
— Gel öyle ise yanıma evlât! Nasrettin Hoca benim..
Elini öpmek istiyorum.

— Berhüdar ol! El öpenin çok olsun.. merhaba! Hoş geldin.. adını bağışlar mısın?
— Burhan.. Burhan Felek!
— Duymuşluğumuz yok! Göbek adın nedir?
— Mehmet.. adım aslında Mehmet Burhanettin’dir. Felek, soyadımdır.. malum ya!
Kanun çıkınca herkes bir ad aldı…
— İyi oldu.. herkesin gönlünde yatan aslan belli oldu.. oğlum Ali! Bak İstanbul’dan
misafir gelmiş.. bir iyi kahve pişir.
— Teşekkür ederim. Ben kahve tiryakisi değilim!
— Biz de değiliz ama arasıra içeriz.
— Sizinle görüşmeyi çok arzu ederdim. Nasip bu sefer imiş..
— Nideceksin görüşüp ahbap?
— Sizin lâtifelerinize, hikâyelerinize, nüktelerinize hepimiz hayranız…
Güldü
— Hayransınız ha!!
— Evet! Her gün her vesileyle tekrarlarız.
— Behey ocağı tütesiler! Bu kadar hayransınız da bizim adımızı andırmak için nittiniz
şimdiye dek? Doğru dürüst bir kitabımızı dahi basmadınız.. aldınız sözlerimizi ters anladınız,
ters yazdınız. Demediklerimizi dedirttiniz, yemediklerimizi yedirttiniz…
— Kusura bakmayın! Siz üstadsınız.. küçüklerin kusuruna bakmazsınız…
— Bakmayız, bakmayız tasalanma! Hoş görürüz, ama siz beni şaklaban, nekre,
hokkabaz, şuhedebaz mı sanırsız? Beni tuhaflık eder kimse mi sayarsız?
— Hah! İşte ben bunun için geldim efendi hazretleri. Biz sizi bir türlü tanıyamadık…
— Tanıyamadınız ya!
— Ama bu yalnız bizim kusurumuz mu? Siz de bize ne bıraktınız? Hangi eserinizi?
— Haa! Çocuğum.. ben size eser bırakmadım, müessirini (etkilenecekleri) bıraktım..
kendimi bıraktım. Ama siz beni anlayamadınız. Neyliyeyim?
— Bundan sonra anlamaya çalışacağız.
— Korkarım geç kalmış olmayasınız..

Ve böylece konuşurken ayağa kalktı…
— Buyurun şöyle bir dolaşıp fakirhaneye gideriz.
— Aman Hocam.. ben size ağırlık olmayayım. Ben misafirhanede kalırım.
— Gel hele! Hamdolsun yiyecek bir lolmamız vardır. Bizim ev uşağı iyi yemek pişirir.
— Görüştük!
— Nerede görüştünüz?
— Buraya gelmeden evvel sizin eve uğradımdı..
— İyidir, hoştur huyu biraz gevezedir. Yoksam…
O sırada birisi sokulur:
— Merhaba Hoca Efendi!
— Merhaba evlât!
— Bir müşkülüm var.. (Cebinden bir mektup çıkararak) İran’dan geldi.. kimse
okuyamadı.. şu mektubumu okur musunuz?
Hoca mektubu alır.. bakar:
— Mektup Iyi yazılmamış.. ben de çıkaramadım…
— Yazıklar olsun Hocam.. ben da seni bir âlim adam sanmıştım.. başında koskoca
kavukla bir mektubu okuyamıyordun!
— Keramet kavukta ise, al kavuğu sen giy de sen oku!
Diyerek kavuğu uzatınca adam uzaklaşır..
— Acayip âlemde yaşarız. Her kavukluyu hoca sanırlar. İki arşın bez parçasını herkes
başına sarar.. marifet sarığı doldurmakta degil, kafayı doldurmaktadır. Hadi buyurun…
Diyerek içeri girdik.. Ahırda eşek.. kulaklarını sallayarak dinleniyordu..
— Çok severim bu karakaçanı. Bana çok hizmeti dokanır. Eşek eşek derler ya! Oğul
sen sen ol sakın eşek lâfına kızma! Çok defa şu eşek, senden benden daha akıllıdır. Ben
tecrübesini yapmışımdır..
O sırada kapı çalınır.. birisi seslenir…
— Hoca Efendi, Hoca Efendi!
Hoca kapıyı aralık edip:

— Ne var?
— Kuzum Hoca Efendi! Şu senin eşeği bana bir saat için verir misin?
— Eşek burada değil evlât. Oduna gitti.
Aksilik.. o sırada eşek anırmaya başlayınca adam sırıtarak:
— Hoca Efendi! Sana yalan söylemek yakışır mı? $u hale bak! Sen eşek burada yok
derken içeriden eşek anırıyor.
— Teessüf ederim. Şu ak sakalımla bana inanmazsın, gider eşeğe inanırsın! Hey gidi
zamane adamları…
Adam gider. Hoca gülümser..
O sırada eşek anırmaya devam eder. Gidip kulağını eşeğe verir.. dinler ve güler.
Ben sorarım:
— Niye güldünüz Hoca Efendi?
— Eşeğin lâfına güldüm..
— Lâf mı etti..
— Evet! Dedi ki: aman beni yabancıya verme! Az yavaşlayınca benim kulağıma
kulağıma vurur, senin de anana söver.. doğrudur. Oğul! El elin malını böyle kullanır..
Seslendi:
— Yahu! Misafir getirdik! İstanbul’dan.. sen bize öğleyin gönderdiğim eti pişirirsin!
— Hangi eti Efendi!
— Aman yahu! Öğleyin iki okka et gönderdimdi ya!
— Ha! Onu kedi yedi Efendi!
— Hangi kedi?
— Bizim sarı kedi..
— Allah Allah! Hanım sarı kedinin kendi iki okka.. ya yediği iki okka et nerede?
— Aman Efendi? Sen de ince eler, sık dokursun!.
— Hele hele.. deyiver bakalım doğrusunu…
— Öğleye misafir geldi de ona pişiriverdim.

— Ha şöyle doğrusunu söyle! Bana lololo olmaz.. destur..
Ve biz içeri girdik.. serin bir köy odası.. aşağıdan hafif tavla kokusu geliyor.. o sırada
kapı çalındı.. Hoca pencereden baktıktan sonra hemen geri çekildi. Karısına pes perdeden:
— Beni ararlarsa evde yok! de!
Kadın kapıyı açar:
— Ne istiyorsunuz?
— Hoca efendi burada mı?
— Evde yok!
— Öyle mi?
— Evet! Bir şey mi diyecektiniz?
— Selâm söyleyin! Bir daha dışarı çıkarken başını evde unutmasın!
Bu sözleri benimle beraber işiten Hocanın yüzüne baktım.. güldü:
— Neylersin evlât! Elin ağzı torba değil ki çekip büzesin!.. Hele şöyle biraz dinlen!
dedi ve çekildi.
Bence Hoca budur. Haliyle, tavriyle ve sözleriyle.. görüyorsunuz ki; böyle bir röportajı
hiç de yadırgamıyoruz. Çünkü Nasrettin Hoca, bir kitap, bir eser, bir roman değil.. yedi asırdır
yaşamakta olan bir şahsiyettir. Olduğu yerde yakalar konuşursunuz, konuşabilirsiniz; şu
benim yaptığım gibi.